Yeni taşınılmış evdeki ilk gece misafirlik gibidir. Duvarlara yabancısınızdır, pencereden baktığınızda gördükleriniz tanıdık değildir, komşular hakkında hiçbir fikriniz yoktur. Eşyalarla dolu koliler yığılmıştır bir kenara, acil kullanımlık malzemeler çıkarılmıştır sadece. Bir huzursuzluk, bir karmaşa hakimdir. […]
Erdal Kaplanseren
Aşk ve nefret
Arkadaşımla sohbet ederken, konu bir ortak tanıdıktan açıldı, ondan nefret ettiğini söyledi. Ben de arkadaşıma “senin hayatında önemli bir yeri var öyleyse” dedim. Çünkü nefret duyguların şahıdır. Bir insandan nefret etmek, onu hayatının epeyce mühim bir köşesine koymak anlamına geliyor. “Aşk”la karşılaştırmak mümkün. Pek çok zaman birbirlerine bağlanabiliyorlar. Veya bir arada yaşadıkları da oluyor. Bununla birlikte, nefret bence aşktan daha “koyu” bir duygudur. Murathan Mungan’ın “7 Kapılı 40 Oda” kitabında Kan Kalesi adlı hikayeyi okuyanlar, nefretin nasıl derin ve mühim bir his olduğunu hatırlayacaktır.
Baba, Hadi Denizi Anlat Bana!
Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan bir baba-oğul… Baba tarlaya çalışmaya gittiğinde, oğlu da onunla gidermiş. Baba çalışırken, oğul geniş dallara sahip bir ağacın gölgesinde tek başına oyun oynar, babasını izler, ona su, ayran filan götürürmüş. […]
Bir şehri özlemek
YAŞ ALDIKÇA şehirlere olan düşkünlüğüm, onlara yüklediğim anlamlar artıyor. Eh, yeni şehirler tanımanın da bunda etkisi var muhakkak. O şehirde ne kadar vakit geçirdiğimin de çok önemi yok üstelik. Bir şehri özlemek… O şehrin sokaklarına ne kadar anı serpiştirdiğim, ne kadar fotoğrafını kaydettiğim, ne kadar yüzle yüzleştiğimle ilgili bir şey…
Şimdi sizlere özlediğim şehirlerden bahsedeceğim kısa kısa. en yakınımdaki iki şehirle başlayacağım. Sonraki yazılarımda uzak şehirleri yazacağım. O şehirlerin aklımda bıraktığı tortuları, ruhumun pasajlarındaki tozlu sinema salonlarının yankılı sahnelerini anlatacağım.
İzmir
Doğduğum şehre otobüsle gittim çoğunlukla. Bir defa trenle girmiştim. Son yıllardaysa hep uçakla gidip geldim. Otomobille gidiş gelişlerim en güzelleriydi. İzmir’e gitmek, gidiş-dönüşüyle birlikte çok güzel oldu hep benim için. Düşündüm de, genelde yalnız gittim İzmir’e. Orada yaşayan akrabalarımın pek azıyla iletişimim var. Ve birkaç arkadaş… Formlarda doğum yeri kısmına “İzmir” yazarken hep İzmir fotoğrafları canlanıyor aklımda. Oranın gündüzü de sakin, gecesi de. Ama ölü bir sakinlik değil. Heyecanlı, tatlı bir sakinlik… İzmir’de kaybettiğim insanlar var sonra. Kamer Amcam, Gürsel Amcam, sonracığıma Ahmet Piriştina var… Ne güzel insanlardı onlar. Kordon’u özlüyorum genelde. Eski Foça benim ilk gençlik yıllarımın yeridir. İlk sarhoş olduğum kumsal orada. Âşıklar Yolu’undan bisikletle geçmek, Ferdi Abi’nin işletmeciliğini yaptığı adacığa gitmek… Adanın karşısında yüksek bir tepe vardır, kullanılmayan su deposunun yanından el salladığınızda ta uzaktan Ferdi Abi sizi görür, sandalıyla gelip alır, küçük adaya götürür. Orada Foça’yı izlemek, şarap içmek, denize girmek, arılardan kaçmak bir gelenektir… Menemen’deki büyük çay bahçesinde yaz geceleri geç saate kadar tüm ilçe halkıyla tombala oynamak da güzel anılardan biri olarak duruyor zihnimde. “Taşra” dendiğinde aklıma yaz günlerinde Menemen geliyor. Karşıyaka’da tren istasyonunun bulunduğu yerdeki çay bahçesi hakiki mekânlarımızdan biriydi. Günün neredeyse yarısını orada tüketirdik. Sonra Kordon, Pasaport, Konak… Geceyi uzatmanın en iyi yeri, yolu. İzmir güzel bir kız gibidir. Hiç yaşlanmayan ve hep gülümseyen bir sarışın kız…
O artık çok uzakta: Elephant Woman
Biriktirdiğimiz, yıllarca farkında olmadan çoğalttığımız bir kendini bırakma ihtiyacı vardır ya hani; bilmeden taşımışızdır. İşte orada, yani tam da o sarsılarak, boğularak, ölerek, çıldırarak ağlamada hissedilen bir garip huzur vardır. İç dökmenin bitimine doğru, derin […]

Lizbon şehir turu
Lizbon’da şehir turu yapan tramvaylar çok şey anlatır. Tüm diğer tramvaylar gibi… Hep başka yerlerden geçecekmişçesine izlersiniz etrafı. Camını üste doğru kaldırıp başınızı camdan uzatırsınız, okyanustan gelen rüzgarın tuzlu ve yosun kokulu esintisi yüzünü okşar. […]
Bir Çocukta Bir Kadın Hayaleti
Çocukluktan ergenliğe ilk pedallarımı çevirdiğim zamanlar, onlu yaşların başları. O yaz kırmızı bisikletimi evde bırakıp anneannemin uzak yolunu tutmuştum. Sıcak bir yazdı. Çok sıcaktı. Dünya Kupası maçları İtalya’da oynanıyordu. 1990 yılının o sarı yazında, tenim […]
Prag tramvayıyla kaybolmak
Herhangi bir nedenle yabancısı olduğunuz bir şehre yolunuz düşer. Orayı tanımak için müzelerini, tarihi yerlerini, doğal güzelliklerini dolaşmak gelir değil mi hemen akla. Fakat konumuz, işte bu amaçlı dolaşmaların harcinde kalma durumu. Hele hele dili de yabancı olan bir memlekette iseniz tadından yenmez. Bambaşka bir dünyadır o zaman. Caddeler, binalar, otomobiller, insanlar, vitrinler, kediler… Hepsi size yabancıdır.
Aslında yabancı olan sizsinizdir. İçine girdiğiniz bu büyülü atmosferde amaçsızca dolaştıkça ancak söz konusu yabancılığı üzerinizden atacağınızı da bilirsiniz. Çünkü insan bir şehri turist gibi gezerse, turist olarak kalır. Tek başına olunca bu duygunun daha bir tadına varılır. Normalde hiç yürümediğiniz kadar çok yürümüşsünüzdür. Yorulmak gelmez aklınıza. Görecek o kadar çok detay vardır ki. Baktıkça alışır, dokundukça şehrin iklimini teninizde hissetmeye başlarsınız. Bir kayboluş gelir içinizden, endişeyle karışık. Hiçbir kültürel aktivite yoktur bu amaçsızlığın içinde. Sadece dolaşmak, dolaşmak, şuursuzca dolaşmak…
Murathan Mungan’ın eteğindeki taşlar
Murathan Mungan, şiirine her kitabında ve devrinde bakım yapabilmiş bir şair. çok fark edilmese de, “eteğimdeki taşlar” adlı şiir kitabıyla okurlarına çok değerli bir hediye sunmuştu birkaç sene evvel. çünkü şimdiye kadar -derleme kitaplar hariç- […]

Aşk…
Kenara düştüğüm notların arasında “aşk”a dair pek çok tanım var. Bunlardan bazılarını seçtim. Çalışmalarımda yer vereceğim bu tanımların burada yayımlama sebeplerimden biri, olası intihallere karşı, siz okuyucularımı şahit gösterebilmek. Pek çok yazımın değişik eserlerde kullanıldığını […]
Bir fotoğrafın belleğini okumak
BAZI FOTOĞRAFLAR çekildikleri döneme ilişkin hatıralar yüklenir, içlerinde alakalı görüntüler olmasa da… bir fotoğraf çekersiniz, o dönemin ruh halini çok güzel yansıtmaktadır, yıllar sonra bu kareye baktığınızda, o dönemin iklimi canlanır belleğinizde.
Biraz melankoli, bir tutam gizem: Jay-Jay Johanson
Son zamanlarda en çok dinlediğim şarkıcılardan biri Jay-Jay Johanson. Ondan bahsetmek istiyorum biraz… Melankolik olduğu kadar görkemli bir sese sahip leziz bir şarkıcıdır benim nazarımda. şarkılara göre tutumunu belirleyen bir adam. ses rengi diye bir […]
Çok sevdik be abi!
14 SENE filan önce, ortaköy’de bir kafede ince bir soğuktan kaçıp ince belli çay bardaklarının sıcaklığında huzur ararken geldi oturdu masamıza optik başkan. tabi bilmiyorum onun optik başkan olduğunu. yanında bir arkadaşımla birlikte geldiler yanımıza. […]
Sous le ciel de Paris
Paris’in göğünün altında… sinir bozucu biçimde düz bir alan üzerine kurulu şehirlerin böyle bir haleti ruhiyesi vardır. o şehirdeyken, göğünün altında hapis gibisinizdir. her yer gökyüzüdür.
paris işte böyle bir şehir. tıpkı berlin gibi, amsterdam gibi, izmir gibi, londra gibi, prag gibi, budapeşte gibi, barselona gibi eskişehir gibi… ama istanbul hiç öyle değil. lizbon da öyle değil. ve daha pek çok güzel şehir öyle değil.

John Berger’ın kurtardığı mektuplar
Yeni yazılar bulamıyorsam, sıklıkla eskilere dönerim. Bu eskiler arasında, John Berger’ın kitapları geniş bir yer tutuyor. Kitap mabedimin en büyük dervişlerinden biri o. Yaşlandıkça kalemi daha narin, daha hüzünlü ve kırılgan oluyor sanki. John Berger’ın […]
Rüyamda boynuna sarılmıştım
Kazım Koyuncu’nun içli, hüzün dolu bir şarkısı var “Gyuli çkimi” adında. Sözlerinin yakıcılığı Kazım’ın sesiyle korlaşır. Dinleyeni bir yolculuğa çıkarır. Tut ki bir sandala binmişsin. Yavaşça ilerlersin durgun denizde. Elini suya daldırırsın, şarkı çalmaktadır, Kazım’ın […]
Türkiye bir açıkhava tımarhanesidir
gazetelerin ilk sayfalarını okurken dehşete düşüyorum çoğunuz gibi. her ülkede karşılaşılabilecek türden olaylar bir kısmı. kendimi bir açıkhava tımarhanesinde hissetmeme sebep olan ülkemize özgü olaylar asabımı bozuyor. bugün taraf’ta okuduğum bir haber kanımı dondurdu. iskenderun’da […]
Beni bir kere dövdüler
pek çok erkek için, delikanlılık yıllarında uzaktan uzağa aşık olduğu kızı evinin civarında beklemek, yolunu gözlemek veya bir başka yerden onu evine kadar takip etmek türlü maceralara sebep olmuştur. mutlaka platonik bir aşk olmak zorunda değil bu. erkek için, sevgilisi olan kızın mahallesi aynı tehlikeleri barındırır. en son 80’lerde hüküm süren ve 90’ların ortalarında azalarak biten mahalle delikanlısı konsepti için gayet normal davranışlar bunlar.

Cemal Süreya’nın gözleri
cemal süreya’dan bahsedildiğinde, güzel aşk şiirleri yazdığı söylenir. bana kalırsa cemal süreya aşk şiiri değil, âşık şiirleri yazmıştır. şiirinde aştan ziyade âşıktan, âşıklardan bahseder. derim ki, aşkı anlatmanın en güzel yolu, âşığı anlatmaktır. cemal süreya […]
Su başında durmuşuz çınarla ben
BAZI ŞİİRLER ömrümüze yayılacak kadar geniştir. Hayatımızın her döneminde farklı bir yankısı, yansıması vardır. o şiiri hayatımıza tuttuğumuzda bambaşka renkler yansır kristalinden. böyle şiirler biriktirdim hayatım boyunca. bir kenara koydum. farklı zamanlarımda, hayatımın farklı dönemlerinde okumak için.
şiir dünyamın ölümsüz dervişi, güzel bakışlı, güzel yüzlü şairi nazım hikmet’in böyle şiirleri var. bunlardan biri “masalların masalı”.