Paris’in göğünün altında… sinir bozucu biçimde düz bir alan üzerine kurulu şehirlerin böyle bir haleti ruhiyesi vardır. o şehirdeyken, göğünün altında hapis gibisinizdir. her yer gökyüzüdür.
paris işte böyle bir şehir. tıpkı berlin gibi, amsterdam gibi, izmir gibi, londra gibi, prag gibi, budapeşte gibi, barselona gibi eskişehir gibi… ama istanbul hiç öyle değil. lizbon da öyle değil. ve daha pek çok güzel şehir öyle değil.bu şehirleri kuşbakışı izlemek, bir lunaparka dönme dolaptan bakmak gibidir. büyük şamatayı görür ve izlersiniz, ona yukarıdan bir yerlerden bakma şansınız olduğunda. şehrin gürültüsünü, hareketliliğini veya sessizliğini, ıssızlığını görürsünüz. renkli bir şehir, ürküntüyü ve heyecanı ayrı zamanlarda sunabilir. boş bir lunapark hüzünlüdür.
cedric klapisch’in 2008 senesi içinde vizyona giren filmi “paris”, bu karmakarışıklığı ve uzak içiçeliği şiirsel bir ahenk içinde sunuyor. insanlar, mahalleler, sıradan günlük yaşantılar içinde geçişler ve kayboluşlar. izlerken size sıradan ve öylesine gelen bazı rutin davranışların, olayın kahramanlarınca nasıl da derin anlamlar içerdiğini epeyce sonra fark edersiniz. çünkü sebepler sıradandır hep, sonuçlar ayırıcıdır.
şehir insanı yutar. ve o şehrin içinde yaşarken, o düzlükte fark edilmeden yürürken bu yutulmuşluğu kabullenişle içinizden geçenler sadece sizin dünyanızda yankısını bulur. işte böyle zamanlarda bazı çizgiler belirir, çevrenizdeki insanlar ile içinde yaşadığınız şehir arasında görürsünüz bu çizgileri. eğer şehirden sıkılırsanız insanlarına başvurursunuz. ne kadar kalabalık olduğu önemli değil. insanlar sizi anlamıyorsa, siz onları anlamıyorsanız şehirle flörtünüz başlar. bir müddet onun tadını çıkartırsınız. her zaman kaçacak bir şehir bulabilirsiniz aslında. üstelik bu şehirde  yaşıyor olmanız şart da değil. bir yanınız, bir şeyiniz o şehirdedir, bu yeterli. tamamen sizin elinizdedir. o şehri, insanlarıyla veya tek başına yargılamak ve hapsetmek size bağlı.
paris’i izlerken, paris’i yaşamayı hayal ederek bir şeyler düşünürsünüz. bu filmde pierre olmak en güzelidir. çünkü paris’te paris’i yaşayan tek kişi pierre’dir film boyunca. diğerleri kendi yaşantılarında bazı sokaklar keşefederek o sokakların içinde evlere, dükkanlara ve pasajlara sığınırlar. pierre hep sokaklara evinin yüksek katlı balkonundan bakar. duvarlara yukarıdan bakmak çok ilgi çekicidir. bunu deneyin. pierre geniş caddelerde telaşla koşuşturan insanları seyreder sıklıkla. ölüme yaklaşan, her gün biraz daha yakınlaşan bir insanın gözüyle ve zayıflayan kalbiyle seyrederek, insanların o şehre haksızlık ettiğini, onların boşuboşuna yaşadıklarını düşünmeye koyulur. çünkü hayat çok güzeldir.  ama insanlar bu güzelliğin içine etmekte hiçbir mahsur görmemektedirler. pierre bunu düşünür ve siz katılırsınız.
bu filmi izlemenizi isterim. pierre’in balkonundan seyredin filmi. ve sonra beni arayın. size bu filmin şarkısını hediye edebilirim.