14 SENE filan önce, ortaköy’de bir kafede ince bir soğuktan kaçıp ince belli çay bardaklarının sıcaklığında huzur ararken geldi oturdu masamıza optik başkan. tabi bilmiyorum onun optik başkan olduğunu. yanında bir arkadaşımla birlikte geldiler yanımıza. sonra elini ahenkli biçimde sallayarak konuşmaya başladı bu siyah paltolu adam. muhabbeti güzeldi. sanki o beni tanıyordu yıllardır da ben hatırlamamıştım. o denli içten, o denli coşkulu.

öyle bir adamdır ki optik başkan, onun gibi olmak istersiniz onunlayken. ama hiç bir zaman onun gibi olamayacağınızı da çok iyi bilirsiniz. böyle adamlar hayatın aktörleridirler. hayatın aktörü olmak; tanınmak, meşhur olmak gibi bir şey değil. çok şey gerektirir çünkü. bu, “meşhur olmak” kadar basit olamaz. meşhur olmak için bir özelliğiniz olması gerekmez, sihir gerekmez, parıltı gerekmez, kolaydır, basittir, hatta bazen iğrenç bir şeydir. ama hayatın aktörü olmak büsbütün bir insan olmayı gerektirir, farklı bir kumaşı vardır.
optik başkan bir şubat öğleden sonrasında sızdı işte orada hayatımıza. hâlâ da o soğukta siyah paltosuyla durur. incebelli bardakta bir bardak çay, kültablasında tüten sigara, yağmur ve bir kalp burukluğu. tıpkı şu anda olduğu gibi…
şimdi ne o kafe var artık orada, ne o arkadaşlar, ne de optik başkan… insan bazen kendini bu dünya için fazla saf hissediyor. (bu yazıyı ağustos 2007’de, optik başkan’ın çeketini alıp gitmesinden bir süre sonra yazmıştım.)