gazetelerin ilk sayfalarını okurken dehşete düşüyorum çoğunuz gibi. her ülkede karşılaşılabilecek türden olaylar bir kısmı. kendimi bir açıkhava tımarhanesinde hissetmeme sebep olan ülkemize özgü olaylar asabımı bozuyor. bugün taraf’ta okuduğum bir haber kanımı dondurdu. iskenderun’da bir aile; anne-baba-nine-dede şeklinde bir işbirliğiyle 4 aylık bebeklerini öldürerek dereye attıkları iddasıyla tutuklanmış. haberdeki ifadeleri okudukça kan beynime sıçradı.
minicik bir bebek. ismi hatice. oğlum çınar’la yakın günlerde doğmuşlar. kaburgalarında kırık saptanmış ve ölüm nedeni olarak da travmaya bağlı iç kanama teşhisi konmuş. nasıl kıydınız ulan şerefsizler! bu nasıl bir caniliktir, nasıl bir hayvanlıktır. insan bir bebeğe nasıl kıyabilir aklım almıyor. üstelik kendi canları.
hatice bebenin öldürülme sebebi ise kız olarak dünyaya gelmesi. nasıl bir ülkede, nasıl bir dünyada yaşıyoruz. çoğu suç için bir sebep, açıklama getirebiliriz. bir neden sonuç ilişkisi içinde mantıklı açıklamalar getirmeye gayret edebiliriz. bazı suçlarda bunların hiçbirini yapmak mümkün olmaz. daha baştan bitmiştir. bir çocuğa zarar verebilen, onu alçakça öldürebilenler için kaçılabilecek herhangi bir savunma alanı yok. 4 aylık bir bebeği öldürüp dereye atan, bu suça ortak olan her kimse, en ağır biçimde cezalandırılmalı. benim içimin soğuması için sanırım bu canilerin artık yaşamaması gerekiyor. onların aldığı her nefes haram!
sadece bu da değil. ülkemizde çocuklara karşı işlenen suçlar dünya ortalamasının çok çok üzerinde. üstelik yaşananların sadece yüzde 20’sinin resmi makamlara yansıdığı bir araştırma sonucunda ortaya çıkmıştı. zorla çalıştırılan, dilendirilen, istismar edilen, öldürülen, savaştırılan çocuklar… çok uzağa gitmeye gerek yok. sokaklarda görebilirsiniz. annesinin veya babasının kucağında baygın halde uyurken gördüğünüz çocukların aslında ilaçla uyutulduğunu biliyor muydunuz? çocuğu olanlar iyi bilir; iki dakka yerlerinde durmaz, bir o yana bir bu yana koşturur dururlar. fakat bazı dilencilerin duygu sömürüsü için yanlarında tuttukları çocuklar sürekli uyumaktadır. peki bu kadar açık biçimde çocuklara kıyılırken buna neden dur denemiyor? çünkü uğraşmak istemiyorlar. çok meşguller ve böyle şeylerle uğraşamazlar.
dünyayı bilmem ama ülkemizde hızla büyüyen, sonuçlarını her gün gördüğümüz bir tehlike var. “ahlaksal körlük” diyorum ben buna. üstelik bu bir tercih. ülkemizde çoktandır makul bulunan bir tercih.
kendi kendine ortaya çıkan bir şey değil bu elbet. azdırılan, yükseltilen, gaza getirilen, kolaylaştırılan, korunan, sırtı sıvazlanan bir körlük hem de. öldürmeyi, yok etmeyi, tecavüzü, yakıp yıkmayı makul görmek anlamına gelen bir görmeme durumu. her geçen gün gazetelerde sayısı artan cinayet, kaçırma, yaralama ve tecavüz gibi cana kast eden olaylardaki uçurumun kaynağı.
ahlaksızlığın, kurnazlığın, işi bilip işe gitmemenin, çevir kazı yanmasıncılığın, kısa yoldan para kazanmacılığın, alavere dalavereciliğin prim yaptığı bir ülke için oldukça normal bir sonuç aslında. şaşırmamak lazım. devletiyle, medyasıyla hep bir ağızdan asker kanı üzerine vatanseverlik, intikam ve kanlarıyerdekalmadı edebiyatı yapanlar bu körlüğün en önemli müsebibi. linçi, cinayeti, katliamı, yargıya gerek duymaksızın yapılan infazları, nitelikli hırsızlığı, devleti soymayı meşru hale getiren bir zihniyetin körlüğü. kendi işçisini, öğrencisini, emeklisini, memurunu, kadınını, evlatlarını kendi kolluk kuvetlerine çiğnettirenlerin, buna seyirci kalmayı içine sindirebilenlerin körlüğü.
türkiye bir açıkhava tımarhanesi. bu ülkede tecavüzcüye, katile, uyuşturucu tüccarına, silah kaçakçısına, her türlü pis işin yapıldığı çete bozuntularına sunulan imtiyazlar saymakla bitmiyor. bir eski polis “1000 kişi öldürmüş olabilirim” diyor. 2. dünya savaşı’nda değil, operasyonlarda öldürdüğü kişi sayısı bu. gazetelerde okuduk; “1000 kişiden biri o olabilir” başlıklarıyla verilen hayat hikayeleri. iş görüşmesine gittiği yerde çatışma çıkıyor, öldürülüyor ve gazeteciler çekime geldiğinde hayatında silah görmemiş birinin yanında bir tabanca göze çarpıyor. bu basit bir şey değildir.
öyle bir ülke ki, bir semtinde patlayan bomba onlarca insanını öldürüyor; sonrasında en üst düzey yetkililer “bombacıları yakaladık” diye açıklama yapıyor; fakat yakalanan kişiler “yasadışı örgüte yardım ve yataklık”tan tutuklanıyor. yani o bombaların faili belli değil. kimse kendisini kesap verme mecburiyetinde hissetmiyor. bu çok normal. çünkü gerçek ancak demokrasilerde devleti yönetenlere hesap sorulabilir.
devletin en tepe yöneticilerinden biri “bu ülkede ermeni ve rum’lar zorunlu olarak göç ettirilmeseydi, ulus devlet olamazdır” diyor. ne güzel bir açıklama değil mi? winston churchill’in “her millet layık olduğu şekilde yönetilir” sözü ülkemiz için mükemmel bir tespit. tam bir tencere kapak durumu. herkese iyi cinnetler…
Agora filmini (biyografik, kurgu değil) izlemediysen izle… Yıllar içinde nereden nereye geldiğimizi daha iyi göreceksin.
güzel bir konuya değinmişin gerçekten Bakırköyde Olduğum İçin Fazlasıyla İçindeyim 😀
80 sonrası toplumsal isyan eşiğimiz düşmüştü bir hayli, şimdi de yavaş yavaş şaşırma eşiğimiz düşmeye başladı sanırım, ben mesela birilerinin 4 aylık bir bebeği kız olduğu için dövüldüğünü öğrenince şaşırdım ama çok da dehşete düşmedim. çünkü daha önce 4 aylık bebeklere tecavüz edilebildiğini görmüştüm, bu biraz antibiyotik etkisi yaratmıştı bünyemde. olacağız yavaş yavaş sanırım, az kaldı.