Yeni yazılar bulamıyorsam, sıklıkla eskilere dönerim. Bu eskiler arasında, John Berger’ın kitapları geniş bir yer tutuyor. Kitap mabedimin en büyük dervişlerinden biri o. Yaşlandıkça kalemi daha narin, daha hüzünlü ve kırılgan oluyor sanki. John Berger’ın her bir kitabını size uzun uzun anlatabilirim, yazabilirim. Şimdi biraz son kitabından konuşmak istiyorum, John Berger’ın kurtardığı mektuplardan… Kaç zamandır böylesine sarsıcı bir metin arıyordum. Buldum. Doğrusu bu kitap ülkemizde takvimine uygun bir zamanda çıktı. Mektuplarda hakim olan renkleri etrafta da görelim diye olsa gerek.
Aslında kitapta yazanlardan bahsetmek istemiyorum. Sadece tortularını anlatayım biraz. Zaten “okumalar” sınıfındaki yazılarımda hiç böyle bir amacım olmayacak. Ki Berger’ın kitapları öyle oturup birkaç cümleyle anlatılacak kadar kolay kavranabilen eserler değil.
Şimdiye kadar birkaç arkadaşıma önerdim John Berger’ı. Görsel sanatlarla işi olan kişilerdi onlar. Fakat ne yazık ki arzu ettiğim ilgiyi onlarda uyandıramadım. Burçe’ye kitabı alıp göndererek işi sağlama aldım ama akıbeti ne oldu bilmem. Umarım Berger’ın eski kitaplarına doğru uzanma hevesini yaratmıştır onda.
A’dan X’e, Aida’dan Xavier’e mektuplar demek. Hapisteki bir adama, dışarıdaki sevgilisinin yazdıkları demek. mektupları okurken Xavier olabiliriz. Bazen de Aida… Hangisi olmak daha zor, bilemiyorum.
Gerçekten de çok uzun zamandır doludizgin bir aşkın hikayesine, günlük yaşantısına bu kadar yakından bakamamıştım. Çünkü günümüz yazarları aşkı anlatırken hep o aynı “kalabalıkların ortasındaki yalnız insan” klişesine düşüyorlar, hep aynı sıkıcı bunalımları anlatıyorlar. Pek azı aşıkların hayatlarından, o aşkın biçimlendirdiği yaşamlardan söz ediyor. Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk’ını okuyan biri için artık bir aşk hikayesi o kadar da basit değildir.
John Berger, bilgeliğinin doruğunda bir yazar olarak avucumuza harikulade bir hikaye bırakıyor. A’dan X’e mektupları, yani John Berger’ın kurtardığı mektupları okurken sıklıkla küçük molalar verme ihtiyacı hissedeceksiniz. Gökyüzüne, ağaçlara, kuşlara, bulutlara, otobüs duraklarına, insanlara, yani dışarıya bakmak gerek bu aralarda. Çünkü kelimeler bir kibrit gibi yakıldıktan sonra sönüp bitmiyor. Çoğalarak, büyük yangınlarla sarıyor her yanınızı. Benden söylemesi. Uzun zamandır şöyle sarsıcı, adamakıllı bir metin düşmedi elime diyenlerdenseniz buyrun. İki insanın hayatına bir pencereden bakın. Pervazında çiçekler sulanan, serçelere ekmek kırıntıları serpilen bir pencere…