Az bir zamanınız kalmıştır. Bir şeyleri bir an önce yaşamak ve her şeyi sizden sonrasına ayarlamak için vaktiniz daralmaktadır. Geriye doğru sayılan yıllar aylara, aylar haftalara, haftalar da günlere dönmüştür. İçiniz sıkılır; hiçbir şey eski tadını vermemektedir artık. Ne bileyim. Mesela çok sevdiğiniz bir şehirde yağmurdan ıslanmış taşlara basarak yürümek, bir kafede oturmak, Tom Waits’in sesi gibi koyu bir fincan kahve içmek, üzerine bir sigara yakmak, sonra bir kahve daha söylemek, bir sigara daha yakmak, az ilerideki masada oturan güzel bir kızın pileli eteği, masanın üzerinde duran ve sayfaları rüzgarda bir ileri bir geri saran kitabınız, saatin yelkovanı, saat kulesinin akrebi, hiçbiri o eski tadı vermez. İçinizde bir şeyi bulmak, keşfetmek bazen bir şeyleri de alıp götürür. Eksildiğini hissedersiniz.
Sizin için aslında günün en güzel zamanları. Çünkü her zaman geçici olan bazı detaylar, bu vakitten sonra daha geçicidir. Bunu fark edersiniz. Boğazlı kazağınız boğazınızı sıkar, nefesiniz daralır. Akşamüstü kurulan rakı masaları da çok uzaktadır. Bilirsiniz ki “zaman alır bir yaraya rakının dağılması”. Fakat o zaman bitmiştir artık. Hayat artık sizin değildir. Başınızı gökyüzüne çevirip baktığınızda sadece yağmur damlaları değil, bir çift el görürsünüz.
Haziran 2011 – Brugge/Belçika