Uzun süreli ilişkilerde (arkadaşlıklar da dâhil olmak üzere), kişilerin karşılaştıkları sorulardan biri “hâlâ birbirinize anlatacak bir şeyler bulabiliyor musunuz” oluyor. Sorulmasında bir mantıksızlık yok bence. Yıllarca birlikte vakit geçiren, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen insanlar konuşulacak ne varsa tüketebilir. İnsan, yakınındakilerle günlük hayatın rutininden çok daha fazlasını konuşmak ister. Sıradan sohbetlerin ötesinde, yeni şeyler konuşabilmeyi arzular doğal olarak. Bi şey anlatırken, karşısındaki kişinin, daha sonra gelecek cümeleleri şıp diye bilmesi sohbetin heyecanını azaltır. Bu yüzden, yeni insanlarla tanıştığımızda yaşanan sohbetin farklı bir zevki var. Kaç yaşında olursa olsun, galiba insan kendisini ifade etme isteğini yitirmiyor.
Sizi her şeyinizle çok iyi tanıyan, mimiklerinizden, ses tonunuzdan, seçtiğiniz kelimelerden, vücut dilinizden sohbetin nereye gideceğini tahmin eden bir yakınınızla konuşmanın olanağı, bir başka bakışa göre heyecanı tüketen bir unsur olabilir. Üstelik herhangi bir konuda sohbetin süresi de azaldıkça azalır. Karşınızdaki kişinin, sizin o konuyla ilgili geçmiş dönemki düşüncelerinizi, genel yaklaşımınızı, huyunuzu suyunuzu bildiğini varsayarak yeni cümleler eklemezsiniz. O gerisini biliyordur zaten. Bir bankta otururken, ona kendinizle ve çevrenizdekilere dair düşüncelerinizle ilgili anlatacak bir şeyler bulamazsanız, size kalacak şeyler sessizce etrafı seyretmek, kitap okumak veya zihninizin içinde kendi kendinize konuşmak olacaktır. Yanyana susabilecek kadar yakın olmak da var. Konuşacak bir şeyler bulamayınca en doğru şey susmak. O bankta oturup güneşin tadını çıkarırken, belki de aklınıza son gelecek şey konuşmak olacaktır. Konuşma sırası ağaçlara, güneşe, çimenlere, çiçeklere gelmiş olabilir.
Kasım 2011 – Münih/Almanya
Senelerin ardindan susma hakkını kullanmak zorunda birakilmakta insana aci verir. Sevgili terk eder gider ve sen suskunluğunla başbaşa kalirsin, suskunluk bu sefer insana derin yaralar birakir gidenin arkasindan söyleyemediğin her kelime için..