Sizin de benim gibi bahçeniz yoksa, çiçekleriniz için pencere pervazları ve balkon korkulukları mecburi ikametgahlar olur. Akvaryumculuğa benzetiyorum çiçek büyütmeyi. Aynı dinginlik, aynı sakinlik, aynı sabır ve titizlik var. Çok sevmeme rağmen istediğim kadar vakit ayıramasam da, çiçeklerin dilini bildiğim için kendimi şanslı sayıyorum.
Çiçeklerle konuşmak gibi bir huyunuz yoksa da, o görüntüye aşinasınızdır, bir şekilde şahit olmuşsunuzdur. Çiçekleri sularken, temizlerken, yapraklarını okşarken bir yandan onlara bir şeyler anlatan insanlar bir başka boyutta gibidirler. Genellikle çiçeklerine isimleriyle hitap ederler. Bilmeyenler merak eder, o insanların çiçeklere neler anlattığını. Biraz da dalga geçerler, “delirdin mi yoksa” diyerekten. Bence delirlememek için çiçeklerle konuşur insanlar. Kendileriyle konuştuklarında bildikleri cevapları alırlar ve bir insan kendisine verdiği cevaptan çoğunlukla memnun olmaz. Hele hele içinden çıkamadığı bir durum mevzu bahisse… Daima mühim konular olmaz bunlar. Hatta çoğunlukla rutin, sıradan mevzulardan açılır sohbet. Çok da uzun sürmeyeceği için hızlıca toparlamak gerekir. Ortaçgil’in en sevdiğim şarkılarından “Pencere Önü Çiçeği” bu yüzden çok daha özeldir pek çok insan için.
Çiçeklerinize özen göstermediğiniz ve alışageldikleri vakti ayırmadığınız zamanlar olduğunda ise gönüllerini almanız gerekir. Tabii ki yine sevgiyle, ilgiyle… Bir evden taşınıldığında çiçekleri de götürülür. Hatta en son saksılar çıkar evden. Tüm eşyaları taşıyıcılar götürmüştür kamyona, saksıları siz alırsınız özenle. Terk edercesine, kaçarcasına taşınılan evlerde çiçekler böyle boynu bükük kalır. Samaşıklar dolanır, dallar kurur, çiçekler solar. Ölü çiçeklerin işgal ettiği bir pencere kalır geriye. Artık o eve anılar dışında kimse giremez.
Nisan 2011 – İstanbul / Türkiye
tebrikler
herşey güzel tek eksiği konu içinde canlı bir insan olabilseydi muhteşem olacağını düşünüyorum.
emeğinize sağlık