Binlerce yıl önce, vahşi doğanın içindeki kedi, en güçlü hayvan olarak gördüğü aslanın kudretinden etkilenip onun peşine düşmüş, kendine sahip saymış. Sonra bir gün, avcının biri gelip aslanı vurunca, gücün insanda olduğunu görmüş ve adamla gitmiş. Adam kediyi evine götürmüş. Evde, iktidarın adamın karısında olduğunu anlamış ve sahibinin kadın olduğuna karar vermiş. Kediler o gün bu gündür kadını sahip olarak görür ve en çok evi sever.
Kadınlar ve kediler arasında pek çok noktada usul bir bağ olduğuna inanıyorum. Kedilerin okşanmaktan nasıl keyif aldığını herkes bilir. Çoğu kadın da, başını sevgilisinin dizlerine koyup saçlarını okşatmayı sever. Erkekler ve kadınlar arasında saçlar üzerinden bir iletişim var. Sözüm erkeklere: Sevgilinizin saçlarını okşayın, tarayın, -seviyorsa- örün… Bunun onları ne kadar mutlu ettiğini göreceksiniz. Her ikiniz için de terapi yerine geçer.
Adamın kediyle ilişkisini, kadınla ilişkisine pek çok noktada benzetiyorum. Bir kadına nasıl bağlanıyorsa, kediye de öyle bağlanır erkek.
Bir ilişkiye son noktayı koyma, daha doğrusu “terk etme” söz konusu olduğunda, kedi ve kadın arasında bir benzerlik daha çıkar karşımıza. Bir gün gelir de, geri dönmemecesine çıkıp gittiğinde -ister bir kedi, ister bir kadın olsun- geride kalan adam için durum farklı değildir. Kadınlar ve kediler aynı terk eder. Giderken arkalarında, yıllar sonraya kurulmuş saatli bombalar bırakırlar. Hiç beklemediği bir zamanda adamın aklında, fitili yıllar önce ateşlenmiş, saati kurulmuş, pimi çekilmiş bombalar patlar. Kedi veya kadın… Fark etmez…
Kadınlar ve kediler aynı terk eder. Neden gittiklerini de bilmezler, nasıl döneceklerini de. Bu yüzden, daha büyük bir acıya razı gelip, hiç dönmemeyi tercih ederler.
Resim: Çağatay Çopuroğlu
Kesinlikle bir kadına nasıl bağlanıyorsak, kediye de öyle bağlanıyoruz… Hangisi terk ederse etsin acısı hiç dinmiyor 🙁
Gerçekten son birkaç paragraf çok etkiledi beni…