Öldükten sonra, “ne hayattı be!” diyebileceğimiz bir hayat yaşamak lazım. Dolu, hızlı, fişşek gibi. Kolay mı böyle bir hayat yaşamak? Hiç değil. Ellerimizi kirletmeden yapamayız bunu. Ve kolay olsaydı herkes yapardı. Çok zor da değil aslına bakarsanız. Sadece zahmet istiyor.
Peki ne zaman, hangi arada yaşayacağız tüm bunları? Ne gelir elimizden, bir ömrü tüketmek üzereyken bu gerçeğin ayırdına vardığımızda? Bilir de yaşamaz mıyız, korkar mıyız, yoksa kendimize güvenmez miyiz? Bir sebebi olmak zorun da mı kocaman bir mutsuzluğun? Halbuki hayat başarılan bir şey değil ki. Başarmayı hangi beklenti besledi; biz karar vermedik ki buna! Neden bu zorunluluk? Hakkımız saklı; yenilme, mutsuz olma, mutsuz ölme, yalnız ölme hakkımız cebimizde.
En iyi yaşayanlar, en hızlı koşanlar mı? Hayatı ortalamada en mutlu geçirenler mi finalde kazanan olacak? Ah ah, savaşların kazananı yoktur ya; hayat da bir savaş gibi. Mutluluk ölçülemez ki. Mutluluk amaç da olamaz; öyle olursa değerini yitirir ve imkânsızlaşır. Mutsuzluk amaç olabilir ama. Mutsuz ama iyi bir hayat yaşayabilir insan. İyiden kastım çok farklı elbet. Bana göre, benim aklımdaki “sıkı” hayat için iyi. Onu yaşıyor muyum? Hayır. Yaşayacak mıyım kalan zamanda? Bi ihtimal. İhtimaller olmasa hayat bu kadar eğlenceli olmazdı. Yarın evden çıktığımda yan binadaki dikkatsiz temizlikçinin ayağıyla çarptığı saksı, bana bir elvedanın kapılarını açabilir. Ölüm de ihtimallerden biri olduğu için böylesine heyecanlı yaşıyoruz zaten.
Yaşarsın, bazen de farkında olmadan yaşarsın. Bittiğinde, artık çok uzakta olduğunda ayırdına varırsın. Senin mutsuzluğun, senin kaybedişin, senin kaçışın, senin pes edişin belki de hayatta sana yaşadığını en çok hissettiren şeylerdi. Hayat akıp gidiyor ve biz yaşayan ölüler gibi farkında olmaksızın tüketiyoruz zamanı. Nadiren farkına varıyoruz, evet bir hayat var. Ve kısa bir uyanış gibi, sonrasında tekrar derin uyku. Hey, oradaki, yaşıyor musun? Yoksa yıllar önce öldün de haberin mi yok? İçine düştüğün o berbat rutin çok tatlı bir yandan değil mi? Evet, rutin iyidir. Şu anda, tam olarak şimdi yaşadığın hayatın, arzu ettiğinin ne kadar uzağında olduğunu hesap etmek için herhangi bir ölçü biriminden faydalanamazsın. Zaman da yetmez dostum hayır. Yaşayacaktın, sen bilirsin. O şehir, o kadın, o adam, o temmuz çok uzakta şimdi. Oturup ağlamanın da faydası yok. Nefesin yettikçe yenilerini bul, yenilerini yaşa. Hayat yaşayabildiğin kadardır.
Öldükten sonra, “ne hayattı be!” diyebileceğimiz bir hayat yaşamak lazım. Dolu, hızlı, fişşek gibi. Kolay mı böyle bir hayat yaşamak? Hiç değil. Ellerimizi kirletmeden yapamayız bunu. Ve kolay olsaydı herkes yapardı. Çok zor da değil aslına bakarsanız. Sadece zahmet istiyor. İnanın bu zahmete değer. Her anı için değer.
Tam anlamıyla mükemmel bir yazı olmuş.Aslında bu yazdıklarınızı birçok insan düşünüyor.Fakat bunları dile getirebilmek,yazıya dökebilmek beceri ve yetenek gerektirir.
Ve yazdıklarınızda çok haklısınız.Çoğu zaman farkına varamıyoruz bile yaptıklarımızın ve yaşadıklarımızın.Mutluluğu beklemek yanlıştır çünkü beklersek asla gelmez.Sadece doyasıya yaşamak lazım.Mutluluk zaten bizi bulacaktır
…hayat yaşayabildiğin kadar…
düş’de içine düş e bildiğin kadar…
…en güzel düşlere en güzel an’larda düşebilbek dileği ile kaleminize sağlık
Merhaba Erdal Bey,
Yazdıklarınız herkesin belli dönemlerde aklından geçirip sonra tekrar unuttuğu şeyler sanırım.
İki cümle çok anlamlı bence:
“Ölüm de ihtimallerden biri olduğu için böylesine heyecanlı yaşıyoruz zaten.”
ve
“İçine düştüğün o berbat rutin çok tatlı bir yandan değil mi?”
İkisini birleştirince şu çıkıyor galiba; rutin hayatımızda tek heyecanımız her an ölebilme ihtimalimiz.