Bu sonbahar San Francisco’da kısa ama güzel bir gün geçirdim. Yakın bir arkadaşım Timur’la öğleden sonra Golden Gate’i seyretmek üzere yola koyulduk. Parka vardığımızda bizi kararlı bir sis karşıladı. Hiç canımızı sıkmadık. Çimlere uzandık, zamanın geçmesini bekledik sabırla. Biliyoruz ki güneş çökünce sis dağılacak, bize billur bir gökyüzü kalacak. Orada birkaç saat oyalandık. Güneş aldı yükünü gitti, bizi manzarayla baş başa bıraktı. Yürüdük, kendimize doğru bir açı aradık. Işığın ve yaşadığımız o anın ideal görüntüsünü beklemeye, aramaya koyulduk. Zaman dürüsttür. Kandırmaz insanı. Ben o an, yani büyük bir sabırla beklerken karşımda bir martı buldum. Bekledi oracıkta. Benim arzuladığım manzaranın ortasına konuk oldu. Golden Gate’in önünde kalakaldı. Bu durumda onu kabul etmek, konuk etmek haricinde bir seçeneğim kalmamıştı. Deklanşöre bir defa bastım. Bakmadım çıkan fotoğrafa. Gördüm ki bir köprüyü en iyi anlatan şey, o köprüyü yok sayan bir martı.
Ekim 2011 – San Francisco/ABD