Bir evden taşınırken, eşyaları çıkardıktan sonra bomboş odalara son bir defa baktığınız o an, orada yaşananlar gözünüzün önünden geçip gider. Tek kişilik bir tören, son defa kapıyı çekip çıkmak, yeni duvarlara asılan yeni takvimler…

Bir evi eşyaların değil de, duvarların var ediyor olduğunu işte o an anlarsınız. Çünkü o ana kadar “evim” dediğiniz o yer, tüm eşyaları çıkmış, çırılçıplak karşınızda duruyorken de anılarınızı bağırır size. Çünkü eşyalar yokken anılar özgürdür, duvarlarda yankılanır. Taşınmak üzere ilk gelişinizde boş haliyle sizi karşılamıştır. Vedalaşmada da aynı şekilde tüm dekorlarından ve giysilerinden arınmış duruyor karşınızda. “Eskiden” diyebileceğim kadar geçmişte kaldı duvarlara takvim asmalarımız. Tablolardan veya özenle çerçevelettiğimiz fotoğraflardan kalan izler duvarlarda tanıdık suretler olarak kalır. Sizden sonra o eve taşınacak kişi için hiçbir anlamı olmayan o duvarlar, geçmişinizle yüklüdür halbuki.

Boş bir ev çok şey anlatır yani. Bir eve taşınmadan önce veya orayı terk ederken duvarlara kulak verin derim. O ilk çekingenlikler ve yabancılıklar yerini yılların verdiği bir akrabalığa bırakacak belki kim bilir?

Boş evle vedalaşırken son baktığımız yer genelde salondur. Kapıyı çeker ve çıkarız. Kilitlemeye gerek duymayız çünkü bomboş bir ev hiçbir hırsızın işine yaramaz.

Boş bir evde beni salondan çok daha fazla hüzünlendiren yerler kesinlikle mutfak ve banyodur. Boş havlu askısı her şeyi anlatır. Perdeleri olmayan pencerelere ne demeli? Hiç kapamasanız da, o perdeler orada durmuştur. Evin, duvarların ve zeminin çıplaklığını dert ettiğini sanmam. Fakat pencerelerin perdesiz kalması tartışma götürmeyecek derecede yaralayıcıdır.

Boş evin karşılaması da, vedası da ayrı yabani duygular ve hüzünler barındırıyor. Durup bakın, bekleyin, dinleyin. İçinizde bir yerlerde duyacaksınız duvarlara çarpan seslerin yankısını.