Özlemenin türleri var. Hiç yokken, durduk yere aklınıza gelen özlemeler olasıdır, ziyaret eder ve giderler. Kimini de ihtiyaç duyduğunuz zamanlarda özlersiniz. O sırada yanında olmak, kollarına ve gözlerine sığınmak istersiniz.

Fakat öyle özlemeler vardır ki; hep aklınızda, hep gözlerinizde, daima teninizde yaşar. Tüm bedeninizde ve ruhunuzda hissedersiniz bu sonsuz hasreti. Hiç bitmeyen, şiddeti hiç azalmayan bir özlem nadir bulunur. Onu aklınızdan çıkarmak mümkün değildir. Özlem böyle kapsayıcı olduğunda, bir hissin bedeninizi nasıl ele geçirdiğini görebilirsiniz.

Kazım Koyuncu, Lazca bir şarkısında “Rüyamda boynuna sarılmıştım/ağlıyordum uyandığımda” diyordu ya; siz hiç ağlayarak uyandınız mı? Peki en son ne zaman birini acı çekecek kadar özlediniz? Göğüs kafesiniz sıkıştı mı? Ondan uzakta uyandığınız her sabah size başkalarının sabahıymış gibi geldi mi? Kazım bu şarkıyı söyler ve merak ederiz bu hülyalara daldıran şarkıyı dinlerken; çok fazla özlemekten ölür mü insan?

Ben hayatta en çok oğlumu özledim. Çınarım’la aynı şehrin göğünün altında değilsem, bir an önce geçmesi gereken günler yaşıyorumdur. Şu anda da o günlerdeyim. Pek yakında yanında olacağım. Karadeniz’in kıyısında, mavilikleri seyredalacağız. İki sene önce Trabzon’da, İstanbul’a döneceğim gün, ayrılmamıza az bir zaman kala sahile indik baba-oğul. Orada Karadeniz’i seyrettik, suyun üzerinde taş sektirdik, onu ne kadar çok sevdiğimi ve daha ayrılmadan onu özlediğimi anlattım, sanırım gözlerim doldu taştı, sonra ayakkabısına kum girmişti, çıkarttım, kucağımda götürdüm eve. O günden sonra, o deniz artık o eski deniz değildi.

Özlemin türleri var. Ben hayatta en çok oğlumu özlerim. Oğlumdan uzaktayken, dünyanın en yalnız insanıyım.