İki gün önce, Amsterdam’da bir otobüsün camına yaslanmış giderken, cadde üstündeki kafede elinde fincanla duran kızı gördüm. Sol eliyle kahve fincanını tutuyor, sağ elini yüzüne destek yapmış, boşlukta bir şeye gülümsüyordu.

“Bekliyorsun ama gelmeyecek. Üstelik sana bu kafede bir randevu vermedi. Bir umutla gittin. Geliş saatini bekler gibi bekliyorsun. Biliyorsun, yaz sonbahara dönerken bu kafede bir başına caddeye bakarak kahve içmeyi ve kitap okumayı seviyor. Onun hakkında daha pek çok şey biliyorsun. Belki de bilmediğin tek şey, onun artık çok uzakta olduğu. Sonbahara en uzak mevsim yaz. Öyle değil mi? Yaz kadar uzakta işte. Böyle düşün ve artık bekleme.”

Bunlar geçti aklımdan saniyeler içinde, o uzak gülümseyişi seyrederken. Bu anı yakalayabilir miyim diye düşündüm. Denemeye değer. Saniyeler içinde makinemi açtım ve ona doğrultarak deklanşörü basılı tuttum. Otobüs homurtuyla ağır ağır ilerliyordu. Kadrajımın sağ sınırında kaldı. Biraz bulanıktı. Aramızda iki cam vardı. Ama orada, siyah-beyaz bir fotoğrafın içinde rengarenk gülümsüyor olması beni mutlu etti.

Bazı yazlar uzaktan geçiyor. Öyle uzak ki, mevsimin yaz olduğunu bittiğinde anlıyoruz. Yazsak da geçmiyor sızısı. Amsterdam, yazı çok az yaşayan şehirlerden. Şimdiye dek ilk defa Amsterdam’da bu kadar uzun süre güneş gördüm. Arada çiselese de, 3 gün yağmur affetti şehirdekileri. Belki de yaza elveda ediyordu şehir. Bu elvedaya denk geldim. Zamanla, mevsimlerle, şehirlerle vedalaşmak insanlarla vedalaşmaya benzemiyor. Bekliyor insan, bir umutla.

Yazı uzaktan geçenler; gidip caddeye bakan bir kafede cam kenarındaki masada oturun. Bir elinizde fincan, diğer eliniz yüzünüze destek yoldan geçenleri seyredin. Belki otobüste bir yabancı fotoğrafınızı çeker, siz farkında olmadan. Ve yaza hüzünle elveda derken, sonbahara gülümseyin. Yeni bir merhaba çıkagelir, kim bilir…

2011 yazını uzaktan seyreden sevgili dostum Cheja’ya…

Eylül 2011 – Amsterdam/Hollanda