Uykunun en derin evrelerinde, gecenin sabaha döndüğü saatlerde herhangi bir sebepten uyanıyorum bazen. Şehrin manzarası, günün her döneminde farklı oluyor ya; ben en çok tam da bu alacakaranlık manzarasını seviyorum. Doğal ışık en saf haliyle örter görüntüyü. Binaları, tepeleri, ağaçları, otomobilleri, denizi, kedileri ve karşılaştığı her şeyi en çıplak haliyle sunar. Şehir ışıkları ise işbaşındadır yine. Gün ışığıyla bir güç mücadelesine girecekler az sonra. Kazanan elbette gün ışığı olacak.
Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’te bir gün geçirdikten sonra, ülkenin en tanınan şehrine, Duvrovnik’e gittim. Günün yorgunluğundan olsa gerek, erkenden uyudum. Yerimi yadırgadığım zamanlarda uykum da düzenini kaybediyor. Sabaha karşı uyandım. Tekrar uykuya dalamayacağınızı bildiğiniz uyanmalardan. Balkondaki soğuk demir sandalyeye oturdum. Bir sigara yaktım. Manzarayı seyretmeye başladım. Masanın üzerinde duran kamerama uzandım, balkon pervazını destek alıp tek bir kare çektim. Güneşin doğmasını Dubrovnik’te, soğuk bir sandalyede oturarak bekledim. Suskun bir şehir manzarasına karşı hayranlık duymak haricinde yapabileceğiniz tek şey belki de o anın güzelliğine yakışacak şeyler düşünmek.
Yaşadağınız veya ziyaret ettiğiniz yabancı şehirlere bir de alacakaranlığın manzarasında bakın. Size bir başka yüzünü gösterecektir.
Haziran 2009 – Dubrovnik/Hırvatistan
Bir varmiss bir yokmusss.. 3 elma dusmus gokkyuzunden :Adam’s apple, Newton’s apple, and Steve Jobs apple.