Çocukken her gece uyumadan önce balkonda bir süre yıldızları seyreder, uzun süre baktığımda bana yaklaştıklarını düşünürdüm. Gördüğüm binlerce yıldız arasında kendime bir tanesini seçer, onun benim yıldızım olduğunu hayal ederdim. En parlak veya en büyük yıldız olmazdı çoğunlukla. Ama benimdi. Uyumaya giderken el sallar, “iyi geceler güzel yıldız” derdim.

Aradan yıllar geçti. Yıldızlarla vedalaşalı çok olmuştu. Bir gece gökyüzündeki karanlığa bakarken, yıldızları özlediğimi hissettim ve geceyi takip etmeye karar verdim. Sokaklar, caddeler, otoyollar aştım. Şehirler geçtim. İnsansız, kimsesiz bir yer bulana dek yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Kendime bir çöl buldum. Issız, karanlık, uzak, kimsesiz, yalnız bir çöl. O çöle alıştım, çöl beni kabul etti. Sonra yıldızlara kavuştum tekrar, yıllar sonra.

Her gece farklı bir yıldız seçiyordum yine, hiçbiri diğerine benzemiyordu. Çölde gece soğuk ve karanlıktır. Tıpkı ölüm gibi. Üzerimi örten yıldızlar sonsuzlukla doluydu. Uzun, aydınlık bir yol gibiydi yıldız denizi.

Çölde geceleri sadece rüzgarın sesini duyarsın. Yeterince uzun kaldıysan orada ve çölün lisanını çözdüysen, rüzgar sana haberler getirir uzaklardan. Bir selam, bir hasret, bir haykırış!

Her zamanki gecelerden birinde rüzgar çok yakınlardan bir haber getirdi. Öyle yakın bir haberdi ki bu, sesindeki soluğu hissedebiliyordum rüzgarın dalgasında. Soluğundaki kokuyu, o kokunun içindeki sırrı, o sırrın içindeki daveti. Rüzgar saatler boyu soluğunu taşıyıp durdu bana. Ayaklarım neredeydi benim ayaklarım? Yoksa yıldızlara mı tutunuyordum?

Bir taş yığının önünde durdum. Rüzgar burada çekildi huzurumdan. Taşların birkaçını aralayınca ışığı gördüm. Onlarca taş emir almış gibi düştüler peş peşe. Yolumu açtılar, selam durdular, aralarından geçtim. Bunca ışık ne arıyordu burada? Ve sen ne yapıyordun tam ortada? Eline uzandım, elinde elim. Işığına sarıldım, aydınlığına karıştım.

Diğer elindeki tarağı aldım. Yıldız tozlarını taradım saçlarından. Gözlerini açtın, yüzüme dokundun. Başını usulca omzuma koydun. Uzun yoldan gelmişsin, yorgunsun. Hangimiz yolcuyduk kim bilir? Ve neden burada buluşmak için çağırdın beni?

Orada biz hiç konuşmadık. O taş odanın içinde, dışarıda binlerce yıldız üzerimize yağarken, uzun uzun sustuk geceler boyu.

Yalnızca geceleri görünmenden, rüya olduğunu anladım.