Binaya geldim, asansör beklerken Beşiktaş’ımın efsane “Metin-Ali-Feyyaz” üçlüsünün Ali’siyle karşılaştım. Boynumdaki siyah-beyaz atkıya baktı ve gülümsedi. Uzun zamandır bu kadar heyecanlanmamıştım. Fotoğrafını çekme teklifimi kabul etti. Şaşkınlıktan bir şey söyleyemedim. Ne büyük mutluluk, çocukluğumun kahramanlarından biriyle karşılaşmak!

Eskiden yıldız futbolculara çok farklı, bitmez bir sevgi beslerdik. O zamanlar futbolcular da çok naif, mütevazı, güzel insanlardı. Şimdiki futbolcuların alayı çakal. Nedense günümüzde karşılaştığım futbolcular beni böyle heyecanlandıramıyor. Takımı tamamlamak için Metin’le de karşılaşmam lazım. Feyyaz’la Milliyet binasındaki asansörde karşılaşmıştım. Fakat ne yalan söyleyeyim, hiç biri Ali kadar değildi. Ali’nin yeri bambaşka.

Ah ah… Çocukluğumun her şeyi gibi futbolu da futbolcusu da farklıymış. TRT’de ücretsiz, sponsorsuz, izlerdik. Ligin isminde ne “süper” gibi dejenere bir isim vardı, ne de “Turkcell” gibi bir sponsorun adı. Çok sade ve munis bir isim. Ne severmişiz o zamanlar. Ve karşılıksız. “Biz sevinmek için sevmedik” derken de, her kaybedişle daha da büyük bir bağlıklıkla… Yani ben… Çocukça bir sevgiyle… Sadece bir şey söyleyebilmek için…

Bir zaman makinesine döndü o asansörün çıktığı iki kat. Ne olurdu bir daha yaşasaydım o yılları, Ali aşkına!