Perulu kısa öykü yazarı Julio Ramón Ribeyro’nun, Prosas Apátridas adlı kitabında yer alan şu bölüm sanırım benim gibi pek çok babayı derin düşüncelere sürükleyecektir:
“Bir baba için en hakiki takvim kendi çocuğudur. Aynalardan ve yıllıklardan çok kendi çocuğumuzda varırız gelip geçiciliğimizin farkına; günden güne eskidiğimizin belirtilerini onda görürüz. Onun çıkardığı diş bizim kaybettiğimizdir; aldığı boy bizden eksilendir; onda ışıldamaya başlayanlar bizde artık sönenlerdir; onun öğrendiği bizim unuttuğumuzdur; ona yazılan yaş bizden silinendir. Onun gelişimi bizim tükenişimizin simetrik ve tersine görüntüsüdür. Çünkü çocuklarımız bizim zamanımızdan beslenir ve bizim varlığımızdan yapılan sürekli kesintilerden meydana getirilirler.”
Benim en gerçek takvimim oğlum. Onun büyümesi seyretmek büyüleyici. Bin hayatım olsa, binini de onunla yaşamak, ona vermek isterim.
Zaman ikimiz için çok farklı işliyor. Onun için saatin tik-takları henüz hiç duyulmuyor. Zaman sessizce, bardağa dökülen su gibi akıyor. Öylesine duru, öylesine sakin.
Henüz o aşamaya gelmemiş olsam da kısmen yaşayarak gördüğüm kadarıyla biliyorum ki insan yaşlandıkça su büyür, nehir olur. Geçerken bir şeylerinizi peşine takıp götürür. Bu bazen bir hastalık olur, bazen çok sevdiğiniz bir insan. Sizden alır, götürür ve peşinden çaresizce bakmaktan başka hiçbir şey gelmez elinizden. Su gibi geçer zaman, acımasız bir nehir gibi.
Çocukken kana kana içmek isteriz zamanı. Yaş aldıkça, yaşlandıkça isteriz ki yudum yudum içelim, dudaklarımız ıslansın yeter. Ah zaman! Her yaşta başka geçiyor.
Eski bir yazımda söylediğim gibi; “Zaman bir an önce geçsin diye sabırsızlanan çocuklardık. Bizim büyüdüğümüz, başkalarının öldüğü bir zaman.”
Paylaşım için teşekkürler
paylaşım güzel olmuş elinize sağlık.
Değerli Erdal
Ruhuna sağlık. Yazılarını okumak hep zihnimde güzel kapılar acıyor.
Özlem m.
Güzel yazınız için teşekkürler.