Kulağa bilimkurgu gibi gelse de, yakın gelecekte hastalanmayan, yorulmayan, yaşlanmayan ve her anlamda çok daha güçlü bir süper insan konseptinden bahsetmek mümkün. Peki nasıl?
Son on yılda sayısız süper kahraman filmleri pompalayan Hollywood, hayal gücümüzü zaptederek doğaüstü yeteneklere sahip insan olgusuna karşı hayranlığımızı gözler önüne seriyor. Öte yandan teknolojide ve bilhassa genetik biliminde atılan büyük adımlar, bir çırpıda dünyanın kaderini değiştirebilen bu kurgusal olağanüstü kahramanları gerçekliğimize çekiyor.
Doğaüstü fiziksel güç, ekolokasyon ve hatta vücut ısısı kontrolü gibi yetenekler, ileride bilimle güçlendirilmiş “sıradan” insanların günlük hayatta vazgeçilmez aksesuarları haline gelebilir mi? Tabi madalyonun öteki yüzünde bulunan ahlaki ve sosyal çatışmaları unutmamak gerekiyor.
Süper kahraman çizgi romanlarında ve filmlerinde gördüğümüz süper yeteneklerin teknik altyapısında çoğu zaman genetik mutasyon bulunuyor. Buna örnek olarak verilecek en iyi kahraman olarak Örümcek Adam gösterilebilir.
Mesela adermatoglifi olarak çağrılan ender bir hastalık bulunduranların doğuştan parmak izi bulunmuyor. Bu genetik mutasyonun özellikle suçlular için kullanışlı olabileceğini düşünebilirsiniz. Fakat durum bundan çok uzak. Bu genetik mutasyonun neden olduğu tek şey hava alanlarının güvenlik kontrollerinde gecikme yaratması.
Süper yetenek gibi görünen bir başka genetik mutasyon ise, Orta Çağda Avrupa’yı kasıp kavuran ve yüz binlerce insanın ölümüne neden Kara Veba salgınının eserinden başka bir şey olmayabilir.
Bilimciler, bu ölümcül virüsün, CCR5-A32 diye çağrılan bir geninin mutasyona uğramasına neden olarak her on Avrupalıdan birinin HIV virüsüne karşı bağışık hale gelmesine yardımcı olmuş olabileceğini düşünüyor. Aslına bakacak olursanız, CCR5-A32 mutasyonuna sahip bir sağlıklı kemik iliği donörü sayesinde bu gen bir HIV pozitif lösemi hastasını aktarıldı ve sonunda bu hasta dolayısıyla HIV’den kurtulmuş oldu.
Gelecek mutant
Bilimciler genetik mutasyonları inceleyerek doğal biçimde genetik manipülasyon yapabiliyorlar. Bunu başarmak için moleküler mühendislik tekniklerini kullanan bilim insanları böylece genomu doğrudan yönlendirebiliyor. Bilimciler uzun süredir organ ‘yetiştirmeye’ çalışarak hayati insan organları için bir nevi yedek parçalar oluşturmaya ya da doğrudan kök hücre ayıklamaya çalışıyorlar. Bazıları da tartışmalı bir şekilde, mesela Çin’de olduğu gibi hayvan-insan kırmaları kırmaları yaratabiliyor ya da bir koyunun ne kadar uzun süre bir insan cenini taşıyabileceği yönünde deneyler yapabiliyor.
İnsan biyolojisi üzerine yapılan deneyler artık laboratuvarlarla da sınırlı değil. Kendini “biohacker” olarak çağıran pek çok insan, bizzat kendi çabalarıyla doğal insan yeteneklerini güçlendirmeye çalışıyor. Bu biohack kavramı bazen “kurşun geçirmez” kahve gibi diyet trendleriyle sınırlı kalırken, bazıları ise cerrahi müdahalelere kalkışarak parmak uçlarına mıknatıs protezleri takmak gibi garip modifikasyonlara başvurabiliyor.
Tüm bunlar bilim-kurgu saçmalığı gibi gelebilir fakat duayenler arasında “wetware” olarak da çağrılan insan-protez teknolojisi aslında normal insanlara o kadar da uzak bir kavram değil. Teknik ölçüde değerlendirildiğinde kalp atışını dengeleyen protezler ve hatta görme yeteneğini güçlendiren sıradan gözlükler de bu protezlerden bazıları olarak sayılabiliyor.
Arasında ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerin bulunduğu bazı gelişmiş ülkeler özellikle wetware ve genetik mutasyona karşı son derece ilgililer ve tahmin edebileceğiniz gibi bu ilginin kaynağı genelde süper askerler yaratma arzusundan kaynaklanıyor. Bahsettiğimiz bu askerler acıya karşı bağışık olabilir, uykuya ihtiyaç duymayabilir ya da üstün zeka, güç ve dayanıklılık gibi özel yeteneklere sahip olabilir. Bu ‘yeni nesil’ askerler ayrıca normal gibi görünen insanların bazılarında zaten bulunan, ekstra hızlı refleksler gibi sıra dışı yetenekler de bulundurabilir.
İşler bu noktada daha da karmaşık hal alabiliyor ve hatta korkutucu olabiliyor. Savaşlar ve katliamlarla zaten ezelden beri ırkçılık sorunuyla yüz yüze olan insanlık, bu yeni türün sıradan insanlara karşı alabileceği tutumla ayrımcılığı körükleyerek felaketlere neden olabilecek bir boyuta taşıyabilir. Ayrıca, savaşmak için tasarlanan bu insanların barışı korumak için kullanılacağını beklemek de ne kadar doğru olur tartışılır.
Hawking mezarından uyarıyor
Profesör Stephen Hawking buna karşı uyarıyor. Fizikçi yazarın öldükten sonra bulunan makalelerinden birinde, etik sınırları hiçe sayan gen manipülasyon deneylerinin insanlığı büyük bir tehlikeyle baş başa bırakacağı yönünde uyarılar bulundu. Geçen sene Mart ayında ölen, Zamanın Kısa Bir Tarihi isimli satış rekorları kıran kitabın yazarı Hawking, yazısında özellikle varlıklı insanların kendi ve çocuklarının DNA’sını düzenleyerek süper insanlardan oluşan yeni bir üst sınıf yaratabileceğini iddia ediyor.
Hawking uyarısında şöyle yazıyor: “Bu yüzyıl içinde eminim ki insanlar hem zekalarını, hem de saldırganlık gibi içgüdülerini nasıl düzenleyeceklerini keşfedecekler. İnsanlar üzerinde yapılan genetik mühendisliğe karşı muhtemelen yeni yasalar yürürlüğe girecek. Fakat bazı insanlar cazibeye yenik düşerek, üstün bir bellek, hastalıklara karşı direnç ve uzun ömür gibi yetenekler uğruna insan niteliğini değiştirmek isteyecek.”
Yaratılacak yeni süper insan ırkının zamanla geriye kalan normal insanları yok edebileceği uyarısını dile getiren Hawking, ürkütücü yazısında şöyle devam ediyor: “Böyle bir süper insan ırkı ortaya çıktığında, normal insanlara karşı ciddi politik problemler oluşacak. Bu yüzden olası böyle bir durumda ‘doğal’ insanlar yok olmayla ya da kenara itilmekle karşı karşıya kalacak. Böylece sonu gelmez bir şekilde kendi kendini tasarlayan bir yaşam türü ortaya çıkacak.”
İpi kopabilecek yapay zeka/makine zekası üzerinde de daha önce uyarıda bulunan Hawking’in bu iddiaları aslında hiç de yersiz değil. DNA düzenlemeyi kolaylaştıran ve yaklaşık yedi yıl önce icat edilen CRISPR-Cas9 gibi araçlar sayesinde bilimciler zararlı genleri rahatlıkla ayıklayabiliyor ya da yenilerini ekleyebiliyorlar. Son sürat ilerleyen teknoloji karşısında sınır tanımayan insan arzusunun karşısında kalan engeller artık teknik olmaktan ziyade daha çok ahlak ve prensip üzerine kurulu o görünmez çizgilerden ibaret oluyor.
CRISPR devrimi
Hala Stephen Hawking’in fazla X-Men izlediğini düşünüyorsanız CRISPR teknolojisiyle tanışın. CRISPR teknolojisi sayesinde araştırmacılar DNA dizisini değiştirebiliyor ve gen fonksiyonunu değiştirebiliyor. Bu teknolojinin potansiyel kullanımları arasında genetik bozuklukları düzeltme, hastalıkları iyileştirme, hastalıkların yayılmasını engelleme ve hatta hasat iyileştirme bile bulunuyor. Tabi bu teknolojinin hayal gücünü zorlayan tüm bu vaatler aynı zamanda etik endişelerle de beraber geliyor.
“Krispır” olarak telaffuz edilen ve “Devam Aralıklı Kısa Palindromik Kümeleri” kelimelerinden gelen CRISPR, çoğu zaman CRISPR-Cas9 isimli genetik mühendislik aracının kısaltılmış hali olarak kullanılıyor. CRISPR, DNA’nın bazı özel kısımlarını işaret etmek için kullanılıyor. Bir enzim olan Cas9 proteini (ya da CRISPR ilişiği) ise moleküler bir makas gibi davranıyor ve DNA zincirlerini kırpma yeteneği bulunduruyor. CRISPR-Cas9 sisteminin bilim dünyasında bu kadar heyecan yaratmasının nedenlerini hızlı, ucuz, güvenilir ve diğer genom düzenleme metotlarına göre daha verimli olması oluşturuyor.
CRISPR-Cas9 yönetimi aslında bakterilerde doğal olarak oluşan genom düzenleme sistemi örnek alınarak bağdaştırılmış. Bu doğal sistemde bakteri, işgalci virüslerden DNA numuneleri ele geçiriyor bu numunelerden faydalanarak CRISPR dizileri olarak bilinen DNA parçaları yaratıyor.
CRISPR dizileri sayesinde bakteriler virüsleri (yakın benzerlerini) “hatırlıyor.” Eğer bu virüs veya virüsler tekrar saldıracak olursa, bakteri, CRISPR dizilerinden faydalanarak oluşturulan RNA parçalarıyla virüsün DNA’sını hedefliyor. Bakteri daha sonra Cas9 ya da benzer bir enzimi kullanarak bu DNA’yı parçalıyor ve böylece virüsü etkisiz hale getiriyor.
CRISPR-Cas9, laboratuvar ortamında da benzer bir işlev görüyor. Bilimciler önce genomdaki belli bir DNA kesitine iliştirilen (bağlanan), kısa bir “rehber” kesitine sahip ufak bir RNA parçası yaratıyor. RNA ayrıca Cas9 enzimine de ilişiyor. Bakterilerde olduğu gibi, düzenlenen RNA, DNA kesitlerini tanımlamak için kullanılıyor ve Cas9 enzimi de hedeflenen konumdaki DNA kırpıyor.
Bu iş için en çok Cas9 enzimi kullanılsa da diğer enzimler de (mesela Cpf1) kullanılabiliyor. DNA kırpıldıktan sonra ise, bilimciler hücrenin kendi DNA tamir mekanizmasını kullanarak arzu ettikleri gibi genetik materyal ekleyebiliyor, kaldırabiliyor veya yeniden düzenleyebiliyorlar.
Yeni cesur Çin
Şu ana kadar insan genomu düzenleme düzenleme önünde uluslararası çapta ne bir organizasyon, ne de üzerinde anlaşılmış bir yasal düzenleme bulunmuyor. Bunun yenine her ülkenin kendi çapında bir takım kuralları bulunuyor. Mesela ABD’de gen terapisinin sadece özel sektör tarafından yapılmasına izin veriliyor fakat ABD vatandaşlarının bu terapiden faydalanabilmesi için sağlık bakanlığından onay alınması gerekiyor.
Bir insan embriyosunun yeniden düzenlenmesi Birleşik Krallık’ta yasaklanmış durumda ama özel durumlar için gene bir devlet kuruluşu aracılığıyla izin alınması gerekiyor. Neticede, arasında Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Hollanda, Brezilya, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerin bulunduğu toplamda 40 ülke gen düzenlemesini yasaklıyor. Çin’de ise durum çok ama çok daha farklı.
Çin’de gen düzenleme sadece serbest değil, aynı zamanda hükümet tarafından bizzat destekleniyor. Son verilere göre Çin hükümeti gen düzenleme teknolojileri için 300 milyar dolarlık bir bütçe ayırmış bulunuyor. Geçen son dört yılda Çin’in Ulusal Bilim Kurumu tarafından 300’den fazla CRISPR teşviki yapıldı ve tüm bunlar doğal olarak, yasal ve etik sınırları bulunmayan Çin’i bu tür bilimsel araştırmalarda muasır bir konuma getiriyor.
2015’de Çinli bilim insanları elverişsiz insan embriyoları üzerinde gen düzenleme teknolojilerini kullanarak dünya tarihinde bir ilke imza attı. 2016’da ise CRISPR ilk defa insanlar üzerinde kullanıldı. Bu deneyde, devrimsel gen düzenleme terapisi ağır akciğer kanseri hastalarını iyileştirme üzerinde kullanıldı. Fakat genetik araştırmalara son sürat devam eden Çin için bunlar sadece bir başlangıç.
Kasım 2018’de Çinli bilimci He Jiankui, CRISPR’ı kullanarak dünyanın ilk genetik olarak düzenlenmiş bebeklerini duyurarak uluslararası çapta bir şok dalgası yarattı. Bu süreçte Rice Üniversitesi fizikçisi ve biyomühendisi profesör Michael Deem’den yardım alan He, gen düzenleme araçlarını doğurganlık tedavisi gören yedi HIV-pozitif çiftinin embriyolarını değiştirmek üzere kullandığını iddia etti. He bu işlemde, HIV gelişiminde yardımcı olduğu bilinen CCR5 isimli geni kaldırdığını belirtti. Sonuç olarak Lulu ve Nana isimli sağlıklı ikizler dünyaya gelerek yedi hamilelikten biri başarılı olmuş oldu.
Her ne kadar henüz He’nin iddiaları hiçbir kimse tarafından doğrulanmamış olsa da bu duyuru bilim çevreleri tarafından kınandı. Pennsylvania Üniversitesi’nden Dr. Kiran Munsuruya göre bu eylem “ölçüsüz ve insanlar üzerinde yapılan bu tür deneylerin ne ahlaki ne de etik olarak hiçbir savunulacak tarafı yok. He’nin hatası, CCR5 geninin HIV gelişiminde yardımcı olmaktan öte başka görevleri de sahip olduğunun görmezden gelinmesi oldu. CCR5’in aynı zamanda kan hücrelerinin doğru bir biçimde çalışmasında yardımcı olduğu biliniyor. Bu genin silinmesi, Batı Nil virüsü ya da enflüanza gibi diğer virüslere karşı savunmayı yıpratıyor.
Bilim mi, kurgu mu?
Dünyayı yönetmeyi kafaya takmış şeytani bilimciler ve onların ayak işlerini yapılan genetik düzenlemeli süper askerler klişesi, edebiyatta her daim bilim kurgunun vazgeçilmez temalarından biri olmuştur. Fakat bunun olasılığı tam olarak nedir? Her ne kadar Hawking’in genetik bilimi yönündeki kaygı veren açıklamaları yersiz olmasa da, sonuçta kendisi bir fizikçiydi, genetikçi değildi. Bu yüzden gen düzenlemenin tam olarak Hawking’in uzmanlık alanı olduğunu söyleyemeyiz.
Biyolog ve Cornell Üniversitesi’nin Bitki Dönüşüm Tesisi yöneticisi olan Matthew Willmann, Hawking’in dünyayı ele geçirebilecek genetik olarak üstün bir insan sınıfının oluşma fikrini teorik olarak mümkün bulsa da böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığının oldukça düşük bir ihtimal olduğuna inanıyor. Willmann, şu anki kuralların yetersiz olduğunu kabul etmekle beraber, böyle bir geleceğin önüne geçecek pek çok değişkenin organik biçimde oluşacağını vurguluyor.
Öte yandan, diyelim gen düzenlemenin önünde ne legal ne de etik engeller bulunsun. HIV ve kanser gibi hastalıklardan kurtulmak dışında CRISPR teorik olarak nereye kadar gidebilir? Mesela geçenlerde Çinli bilimciler CASC5 genine ait dört genetik mutasyonun daha büyük bir beynin gelişiminde etkili olduğunu keşfetti. Tabi HMGA2 geninin belli bir varyantının beynin büyüklüğü ve yüksek zekayla bağlantılı olduğu zaten biliniyor. Nature Genetics tarafından yayınlanan bir 2017 araştırmasında 78 bin kişinin genomu analiz edildi ve insan zekasıyla ilişkili 52 gen tespit edildi.
Tüm bu rakamlar kulağa etkileyici gelse de, tespit edilen genlerin hiçbiri zekaya minik katkılar yapmaktan öteye gitmiyor. Yani, insan zekasına etki eden genler sadece bunlardan ibaret olamaz. Bu yüzden de zeka gelişiminin ya da zeka gelişiminin tamamen genetiksel bir olgu olup olmadığını tam olarak anlamak için çok daha fazla araştırmanın yapılması gerekiyor. Gene de tüm bu keşifler, CRISPR’ın ileride bir embriyonun zeka potansiyelini artırmada kullanılmasının önünü açıyor.
İhtimaller sınırsız
Her şey bundan ibaret de değil. Aynı yaklaşım teorik olarak neredeyse diğer tüm fizyolojik niteliklerin geliştirilmesi için de kullanılabilir. Bunlar arasında kemik yoğunluğu, kas gücü, radyasyon ya da aşırı sıcaklıklara direnç ve hatta yaşlanma bile bulunuyor. Tabi bu fiziksel ve zihinsel güçlendirmelerin yakın gelecekte uzay araştırmalarında olağan üstü faydalar getireceğini ya da Hawking’in uyardığı gibi genetik üstünlük üzerine kurulu yeni bir kast sistemiyle sınıf çatışmasının korkunç bir noktaya geleceğini kimse bilemez.
Endişeler ve kıyamet tahminleri bir yana, insanlık artık gen düzenleme gerçeğine alışması gerekiyor. Son bir araştırmaya göre, 2017’de 3,19 milyar olarak değer biçilen küresel genom düzenleme pazarının 2022’ye kadar 6,28 milyar dolara ulaşması bekleniyor.
Şu an dünya çapında faaliyet gösteren 2.800 gen terapisi deneyleri yapılıyor. Bu deneylerde, arasında kanser, orak hücre anemisi ve kas distrofisi gibi geniş çeşitlilikte pek çok hastalığa çare aranıyor. Ayrıca Novartis, GlaxoSmithKline, Bayer, Pfizer ve Merck gibi pek çok ilaç firması da bu potansiyeli görerek ufak şirketlere yoğun miktarda yatırımlar yapıyorlar.
CRISPR’ın keşfiyle genetik mühendisliğin popülaritesi son yıllarda müthiş bir ivme kazandı ve beraberinde de pek çok güvenlik ve etik endişeleri beraberinde getirdi. Gen düzenlemenin süper insanların yaratımına yol açması düşük bir ihtimal olsa da bu tür endişelerin görmezden gelinmesi de doğru bir tutum olamaz. Bu yüzden de CRISPR gibi gen düzenleme teknolojilerinin ciddiyetle ele alınması gerekiyor. Bu teknoloji ile hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan ihtimaller ortaya çıkmış olsa da, insanlar üzerinde kullanılmasından önce çok daha iyi anlaşılması gerekiyor.
Basit Sözlük
Biohack: Yeni bir zindelik trendi olan biohack ile kişiler gelişen teknolojiler sayesinde kendi başlarına bedenlerini “hack” edebiliyorlar.
Cas9: Bir enzim olan Cas9 proteini (ya da CRISPR ilişiği), gen düzenlemede moleküler bir makas gibi işlevi görüyor ve DNA zincirlerini kırpmada kullanılıyor.
CCR5: Avrupa’yı Orta Çağda kasıp kavuran Kara Veba tarafından mutasyona uğrayarak her on Avrupalıdan birinin HIV virüsüne karşı bağışıklık kazanmasına neden olduğuna inanılan gen.
Cpf1: Cas9 gibi CRISPR teknolojisi ile kullanılan bir başka DNA “makaslama” enzimi.
CRISPR: Bakterilerin doğal DNA düzenleme süreçlerini taklit ederek genetik materyal ekleme, çıkarma ve düzenlemede kullanılan bir genetik teknoloji.
DNA: Deoksiribonükleik asit kelimelerinin kısaltılmışı olan DNA, insanlarda ve neredeyse diğer tüm organizmalarda kalıtımsal olarak taşınan biyolojik bilgiyi kısaca açıklamada kullanılıyor.
Ekolokasyon: Sadece seslerden faydalanarak çevresel bir imge yaratmada kullanılan ve bazı hayvanların hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu bir nitelik.
Gen: Soy ağacı boyunca aktarılan kalıtımın temel fiziksel ve işlevsel birimi. Genler DNA’dan oluşur.
HIV: Çeşitli vücut sıvılarıyla bulaşarak AIDS hastalığına neden olan ve vücudun bağışıklık sistemine zayıflatan bir virüs.
Kök Hücre: Basit hücreler olan kök hücreleri vücuttaki herhangi bir hücreye dönüşebilme yeteneği bulunduruyor. İnsan kök hücreleri bir embriyodan ya da yetişkin bir insandan gelebiliyor.
Mutant: Mutasyonla yeni bir genetik karakter geliştiren bir organizma. Mutasyon doğal olarak oluşmakla beraber yapay etkenlerden de kaynaklanabiliyor.
RNA: Açılımı ribonükleik asit olan RNA, DNA ve proteinlerle birlikte bilinen tüm yaşam biçimleri için gerekli olan üç büyük biyolojik makromolekülden birini oluşturuyor.
Wetware: Bilgisayarlardaki ‘hardware’ ve ‘software’ fikrinin biyolojiye yansıtılarak yaşam biçimleri için kullanılma ifadesi.