Havaalanlarındaki, otogarlardaki, vapur iskelelerindeki karmaşa ve gürültü nedense tren istasyonlarında yok. Merkez istasyonları, bir şehrin benim için önemini artıran unsurlardan biri. Bazı küçük şehirlerin, kendilerinden hiç beklenmeyecek şekilde büyük ve gösterişli garlara sahip olduğu bilgisini de vereyim. Tren yolculuğunu, istasyonda geçirdiğim zamanlarıyla seviyorum. Peronlar, bilet gişeleri, kafeler, restoranlar, vagonlar, kompartımanlar, tren düdükleri…
Bir tren istasyonunu canlı kılan insanlar, -pek haz etmesem de- güvercinler ve kediler de uyumu bozmadan hareket ediyor. Yolculuğa çıkılan veya varılan diğer ulaşım noktalarındaki kargaşayı tren istasyonlarında görmezsiniz. Peronlarına yanaşan ve ayrılan trenlerde aynı munisliği görürsünüz. Sebebini kestirememekle birlikte, -belki de trenin naif yapısından- tatlı bir sükunet hâkim oluyor garlarda. Paris’in meşhur istasyonu Gare du Nord, uğrak yerlerimden biri. Kapısından çıktığınızda şehir sizi kucaklar. Adımınızı istasyon binasından içeri attığınızda kendinizi bir hub’ın içinde hissedersiniz. Avrupa’nın dört bir yanındaki şehirlere uzanan trenlerin buluştuğu bir hub.
Ağustos 2011 – Paris/Fransa