Fransız sinemasında Yeni Dalga Akımı’nın öncü yönetmenlerinden Jacques Rivette’in 2003 yapımı filmi “Histoire de Marie et Julien”, Türkçesiyle “Marie ve Julien’in Hikayesi”nden bahsetmek istiyorum. 2004 yılında İstanbul Film Festivali’nde ülkemizde izleyici karşısına çıktı ve beklendiği üzre sınırlı bir izleyici kitlesiyle kucaklaştı. 150 dakikalık bu ağır ve boğucu film, felsefik derinliğiyle, beni gerçek hayattan uzaklaştıran, sadece kendi konusu ve kişileriyle yaşatan bir yapıt olarak kişisel tarihimde kendine yer buldu.
Boş bir salonda izlemenin verdiği ekstra sessizlik ve yalnızlık sayesinde, hayatımın tüm karanlık pasajlarına doldu bu şaheser. Kimilerine sıkıcı, fazlasıyla kasvetli ve bunaltıcı gelmiş olabilir. Oysaki ben, artık aradan yeterince zaman geçtiğini hissetmeye başladığım şu günlerde, tekrar perdenin karşısına geçip bu ayine katılmak için sabırsızlanıyorum.
Dolaylı anlatımı kimi zaman hızlı ve karmaşık cümle katarlarıyla izleyiciyi şaşkına çevirse de, tüm seslerin kesildiği o birkaç dakikalık sahnelerde ve finalindeki diyalogda, bağımsız sahneler arası geçişlerde binlerce defa hayran kaldım, sinemaya ve onu varedenlere.
Filmde pek çok felsefik göndermenin izini sürmek mümkün. Saatler ve o bitmek bilmez tiktakları kalp atışlarını anlattı bana. Julien’in bir sahnede saat tiktağını kesişini dün gibi hatırlıyorum. Kedinin usul yürüyüşü de aklıma kazınmış detaylardan biri. Evdeki en mantıklı ve istikrarlı karakter -belki de- o kediydi. Hatta bana kalırsa evin gerçek sahibiydi “Yeter” adlı kedi.
Marie ve Julien, bir erkekle bir kadının erişebileceği tüm ilişki iklimlerini yaşamaya başlıyor bu filmde. Aşk, ihtiras, kıskançlık ve seksi en uç sınırlarında yaşayarak deniyorlar. Bu iki dev karakter, bütün sınırları birlikte zorluyor. Hayatın ve ölümün sınırları aslında bu ilişkide fısıldanıyor…
Film sahneleri yavaş bir nehir gibi akarken, yüzlerce detayla baş etmenin ağır yükünü omuzlarsınız sıradan bir izleyici olarak. Film bittiğinde, ışıklar yanmadan hemen önce, o birkaç saniyelik karanlıkta, bu filmin sizi sıradanlıktan nasıl kopardığını, Marie ve Julien’lerin belleğinizdeki izdüşümlerini duyumsarsınız. Artık sıradan bir izleyici olmadığınızı fark edersiniz. Bu film bir armağandır. Değerini bilmelisiniz.
23/04/2010
Leave a comment