Bir tek duruş, bir tek susuş pek çok şey anlatabilir. Beden dili dedikleri şey, konuşmakla değil de okumakla ilgili olsa gerek. En iyi okuyucular da, en iyi seyredenler oluyor. Basit, olağan, ilginç görünmeyen bir detayı seyrederken, o sırada diğer insanların görmediği bir parıltıyı görüyorum bazı zamanlar. Nadiren de olsa bu anın fotoğrafını çekebiliyorum. Bu tamamen tesadüf tanrıçasının beni ne kadar sevdiğiyle alakalı olarak değişiyor.
Tek başına bekleyen kadınların o kedi munisliğini seviyorum. Sevdiğim birkaç fotoğraf var bu konuda. En son Paris’te, tren saatini beklemek için garın dışına çıktığımda görmüştüm. Yo, hayır! Sonra bir fotoğraf daha var, Amsterdam’da bu defa. Kafede tek başına bekleyen kız. Hep hüzünlü yazılar oldu bunlar. Bekleyişin, tek başına bekleyişin doğal bir hüznü olduğuna inanıyorum. Buna uzaktan şahit olmak, o hüzne ortak olmak biraz da.
Bu son fotoğrafı Münih’te uzun bir caddede çektim. İlk iki karede yüzü sağına dönüktü. Sonra beni fark etti ve bu kare çıktı ortaya. İlk anı yakalamış oldum. Henüz yalnızken, kimsenin farkında değilken, kimsenin onu fark etmediğini sanarken, yüzü şaşkınlığa dönmeden çektim. Kolları bağlı, kulaklığında belki bir Leonard Cohen şarkısı. Famous Blue Raincoat olabilir mi? Bence olabilir.
Geçen ay New York’tan San Francisco’ya gitmeye çalışırken, uzun rötar bekleyişinde havaalanında bir genç kızla tanıştım. O da uçağını bekliyordu. Sevgilisini görmek için buradan Boston’a gideceğini söyledi. İnsanın sevdiği birini görmek için, sadece bunun için bir başka ülkeye veya şehre gitmesi ne kadar da güzel dedim. Yüzü düştü. İçinde kötü bir his dolaştığını söylemesine gerek yoktu iyi olmadığını anlamam için. Terk edileceğini seziyordu. Bana sordu. Belki dedim; fakat böyle bir şey yaparsa, sebeplerini kendinde arama. “Emin ol ki sandığından farklı ve eski bir hikayesi vardır. Ve bir şey daha; asla onun karşısında ağlama. Güçlü veya etkilenmemiş görünmek için değil; asla senin neden ağladığını anlamayacağı için karşısında ağlama.” O iyi kalpli güzel yüzlü genç kız, uçağa biniş saati geldiğinde bilet kontrolü için sırada beklerken, tıpkı bu fotoğraftaki kız gibi duruyordu. Kolları bağlı hüzün. Gözlerinin içindeki uçurum aynıydı. Terk edileceğini sezen bir insanın neler hissettiğini anlayabilmeniz için, en az bir defa terk edilmiş olmalısınız.
Kasım 2011 – Münih/Almanya
…ne güzel bir kalemsiniz.
..seviyorum aynı denklemek denk gelmeyi yazdıklarınızla.
…baktığımız pencere nasıl da değiştiriyor değil mi olayların arkasındaki sis perdesini.
ve ben her yazınızda fark edıyorum kı bu yakalamayı başardığınız farklı noktalar olayları olguları iç’selleştirerek hayatınza dahil ediyor olmanızdan geliyor.
elinize sağlık,elinize afiyet, elinize bal olsun
Peki fotoğrafını çekmenize bir şey demedi mi ? belki blog da yayınlanacağını duysa derdi. Güzel ayrıntılar yakalamışsınız yine. Zevkle takibe devam ediyorum.
Yabancılar bu konuda çok anlayışlılar. Bizim ülkemizde refleks, bir yabancıya güvenmemekten başlıyor; onlarda önce güveniyorlar. Şimdiye kadar sorun yaşamadım. Fazla da abartmıyorum gerçi, genelde tele objektifle uzaktan avlıyorum 🙂