Pencereden sızan güneş ışığıyla en son ne zaman uyanmıştınız? Ben hatırlamıyorum. Gözlerimin perdelerini araladığımda o mutlu aydınlık beni karşılardı. Çocukluğumda mı kaldı yoksa? Bilmiyorum. Yatak odasının penceresi doğuya bakıyor halbuki. Güneş sızamıyor demek içeri. Belki de çok yoruldum, uyandıramıyor beni, bu da olabilir. Güneşin altında hafif bir uyku, binlerce defa uyanmak gibi. Bir bankta, çimenlerde, şezlongda veya kafede bir sandalyede otururken yüzünüzü güneşe çevirip gözlerinizi kapatınca ne görürsünüz? Göz kapaklarınızı. Güneş size göz kapaklarınızı, o kızıl perdeleri gösterir. Bu perdeleri uyumadan önce kapatır, sonra açarız. Bazı insanların gözlerinin önünde bir perde daha vardır; bir tül. Bu yüzden hep buğuludur bakışları. Gözlerine baktığınızda mavibeyaz bulutlar görebilirsiniz. Belki güneşin dikey ışınlarından korunmak, belki başka gözlerden korunmak içindir o tül. Peki ya siz bir insanın gözlerinde siyah tül gördünüz mü hiç? Ben gördüm.

Vietnamlı yönetmen Tran Ann Hung’un önemli filmlerinden “Mua he chieu thang dung”, ülkemizde “Güneşin dikey ışınları” adıyla gösterildi. 2000 yılında gösterime giren filmin durgun ve ağıtsı atmosferi sadece hikâyenin değil, karakterlerin de üzerine sinmiş. Hanoi güneşi gibi alacalı, değişken, kendine özgü ilişkileri işleyen filmde üç kız kardeş; Lien, Khanh ve Suong ile erkek kardeşleri Hai, anne ve babalarını anmak amacıyla bir ziyafet düzenlemek için bir araya gelirler. Bu yemek, her kardeşin diğerlerinden sakladığı bir sırrını da açığa çıkarır.

Her insanın bir hikâyesi var elbette. Kimselere söylemediğimiz küçük ve önemsiz sırlarımız da olabilir. Yalnız kaldığımızda, örneğin bir bankta uzanmış ve gözlerimizi kapatmışken kendi kendimize ışık oyunları oynarız. Bir yandan da gözlerimizi örten kırmızı perdede bir film oynatırız. Uzun, uzak bir film. Güneşin dikey ışınları vururken.

Kasım 2011 – Münih/Almanya