Kategori
Sevdiği birinin yüzünü, sesini, yürüyüşünü, duruşunu, kokusunu, bakışlarını unutmaya başlamak kadar insana acı veren az şey vardır. Özledikçe, hafızandan silinmeye başlar izleri bir bir. Önce yürüyüşünü unutursun. Sonra duruşunu. Ardından bakışlarını. Derken yüzünü, o güzel yüzünü… Yüzünün içindeki bin bir yüzü. Gülümseyen, bakan, hüzünden alabora olan yüzünü unutursun. Kokusunu unuttuğunu çok sonra fark edersin. Acı dolu bir iniltiye dönüşür her…
Okumaya devam etSular yükselince balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin. Kimin kimi yiyeceğine suyun yüksekliği karar veriyor.
Okumaya devam etSade bir yaşanmışlık, kazara “anı” olacakken hani, çok zaman sonra anlarsınız bunun bir “hatıra” olduğunu. Ne zaman hatıra oluverir, ne zaman gelir, ne zaman belirir? Bir anıdan hatıra devşirebilir misiniz? Veya şöyle sorayım; geçmişinizden bir parçayı hatıra defterinize yazdıran nedir? Zaman mı sadece? O yaşanmışlığın izlerinin ansızın ortaya çıkması, yerini belli etmesi olabilir mi? Belki de hatırlamak. Yaşadınız, geçti (geçti…
Okumaya devam etKısa süre önce, yakın bir dostum, âşık olduğu kadının “gidiyorum” sözüne “gidene dur denmez” karşılığını verdi. Ve o kadın, söylediğini yaparak gitti. Âşık olduğunuz insan “gidiyorum” dediğinde, kalmasını istiyorsanız, gururu bir kenara bırakıp dur deyin, kal deyin, gitme deyin. Aşk onursuzluktur biraz da. Cemal Süreya’nın bir şiirinde dediği gibi, “Daha nen olayım isterdin onursuzunum senin”. Doğru, “git” bazen “gitme” demektir. Mamafih…
Okumaya devam etKonuşan ama aslında durmaksızın susan insanlar tanıyorum. Anlatıyor, gülüyor, gayet mutlu görünüyor. Onun bakışlarını dinlediğimde (kalbini dinler gibi ama!), esasında ne denli suskun ve dalgın olduğunu anlayabiliyorum. Konuşurken aslında susuyor, gülümserken aslında dalıyor. Görüyorum, şahit oluyorum bu süse. İçinizdeki derin hüznü coşkuyla, kahkahalarla, sarılmalarla, esprilerle sarıp sarmalıyorsunuz bazen. Biliyorum biliyorum, hiç saklamaya çalışmayın. Kahkahalarla süslediğiniz o susmaların halet-i ruhiyesi iyiye işaret…
Okumaya devam etBazı şehirlere bazı mevsimler ve o mevsimlerin hakim renkleri pek yakışır. Paris benim için sonbaharın ve haliyle sarının şehri. Farklı bir mevsimde bu şehre gitmemiş olmamın bunda etkisi var mı bilmiyorum ama aklımda canlanan fotoğraflar ve film karelerinde de iklim aynı. Şehirleri güzelleştiren, kenar mahalleleri oldu hep benim için… O mahallelerin kendine özgü motifleri. Pigalle böyle bir yer işte Paris…
Okumaya devam etBir şair ne zaman ölür? Şairler ve şiirseverler arasında sıklıkla konu olan bir sorudur. Cevabı bilinmez. Belki de sadece şairin kendisi bilir bu sorunun cevabını. Şairlerin son dönem şiirlerine bakılacak olursa, ölümün ağırlığı hissedilir. Cemal Süreya’nın, Edip Cansever için söylediği bir söz vardır şiirinde, “fazla şiirden öldü Edip Cansever” diye. Ne var ki Nazım Hikmet aşktan ölmüştür. Doktoru Nazım’a “aşkın…
Okumaya devam etHayat, bizler için bir tramvay gezisidir. Genellikle mutlu bir tramvay gezisi. Aslında bu gezinin büyük kısmını, bir yerlere yetişmeye çalışarak geçiriyoruz. O tramvayın penceresinden dışarıya bakmayı, tramvaydaki diğer yolcularla tanışıp sohbet etmeyi ihmal ediyoruz. Bir yerlerden bir yerlere gittiğimizi sanıyorken, aslında ömrümüz bu tramvayda geçiyor. Duraklar, mevsimler, istasyonlar, seneler, meydanlar, anılar… Yolculuğun başlarında ne kadar da uzun gelmişti değil mi?…
Okumaya devam etBinlerce yıl önce, vahşi doğanın içindeki kedi, en güçlü hayvan olarak gördüğü aslanın kudretinden etkilenip onun peşine düşmüş, kendine sahip saymış. Sonra bir gün, avcının biri gelip aslanı vurunca, gücün insanda olduğunu görmüş ve adamla gitmiş. Adam kediyi evine götürmüş. Evde, iktidarın adamın karısında olduğunu anlamış ve sahibinin kadın olduğuna karar vermiş. Kediler o gün bu gündür kadını sahip olarak görür…
Okumaya devam etCES salonlarında turlarken, ilginç bulduğum stantlarda uzunca süre vakit geçiriyorum. Çok renkli ve sesli gösteriler sunan stantlar dikkat çekiyor. Bu stantlardan birinde ilginç bir tesadüf gerçekleşti. Normalde insanların yaka kartlarını pek okumam, fakat algıda seçicilik bu olsa gerek; bir fuar ziyaretçisi kızın soyadı dikkatimi çekti. “Kaplan” yazıyordu yaka kartında soyad olarak. Tam yürümeye devam ederken, bu defa diğer Kaplan…
Okumaya devam etSizin yirmili yaşlarınızda kalan, unuttuğunuz bir şey var mı? Benim var. O yıllardan alacaklıyım. Unuttum, fark etmedim, bilmiyordum… Geri dönüp toplayamazsınız, artık çok uzaklardadır yirmili yaşlar. Evden, kısa süre kaldığımız otel odasından veya iş yerinden filan toplanıp çıkarken içimizi bir anlığına kaplayan, “bir şeyleri unutmuş olma” hissi gibi… Bu duygunun hayata yayılmış halini tasavvur edin. Sonra da dönüp eski fotoğraflara bakın. Yirmili…
Okumaya devam etTürk medyamızın iflah olmaz bir “seri katil özlemi” var bilmem farkında mısınız? İstiyorlar ki seri katiller çıksın, toplum çalkalansın, korku ve heyecan gırla gitsin. Art arda birkaç cinayet işleyen katilleri seri katil olarak gösterme çabası medyada eski bir hikaye. Özellikle gazeteler ve haftalık haber dergilerinde böyle bir davranış bozukluğu var. “İlk yerli seri katil” başlıklı haberleri anımsayalım… Medya can atar…
Okumaya devam etYeni taşınılmış evdeki ilk gece misafirlik gibidir. Duvarlara yabancısınızdır, pencereden baktığınızda gördükleriniz tanıdık değildir, komşular hakkında hiçbir fikriniz yoktur. Eşyalarla dolu koliler yığılmıştır bir kenara, acil kullanımlık malzemeler çıkarılmıştır sadece. Bir huzursuzluk, bir karmaşa hakimdir. Evde bilmedik bir rüzgar, adı konulamayan bir sıkıntı vardır. Yağmur sancısı gibi bir sıkıntı. Yeni evinizi sevmiş olsanız da, eski evin sıcaklığını özlersiniz o ilk…
Okumaya devam etArkadaşımla sohbet ederken, konu bir ortak tanıdıktan açıldı, ondan nefret ettiğini söyledi. Ben de arkadaşıma “senin hayatında önemli bir yeri var öyleyse” dedim. Çünkü nefret duyguların şahıdır. Bir insandan nefret etmek, onu hayatının epeyce mühim bir köşesine koymak anlamına geliyor. “Aşk”la karşılaştırmak mümkün. Pek çok zaman birbirlerine bağlanabiliyorlar. Veya bir arada yaşadıkları da oluyor. Bununla birlikte, nefret bence aşktan daha…
Okumaya devam etAnadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan bir baba-oğul… Baba tarlaya çalışmaya gittiğinde, oğlu da onunla gidermiş. Baba çalışırken, oğul geniş dallara sahip bir ağacın gölgesinde tek başına oyun oynar, babasını izler, ona su, ayran filan götürürmüş. Güneşin incecik ışıklarıyla dallarının arasından indiği ağacın serin gölgesinde birlikte yemeklerini yerlermiş. Baba oğluna bir gün denizi anlatmış. En yakın deniz yaşadıkları köye çok uzakmış….
Okumaya devam etBAZI FOTOĞRAFLAR çekildikleri döneme ilişkin hatıralar yüklenir, içlerinde alakalı görüntüler olmasa da… bir fotoğraf çekersiniz, o dönemin ruh halini çok güzel yansıtmaktadır, yıllar sonra bu kareye baktığınızda, o dönemin iklimi canlanır belleğinizde.
Okumaya devam etHayatın pek çok acı gerçeğini deneyimlemeden bilemiyoruz. Dışarıdan bakanlar için bu yaşam deneyimleri küçük sıyrıklarla atlatılabilecek bir trafik kazası görünümünde olsa da, yaşayan için durum farklıdır. Bir arkadaşınızla kafede buluşursunuz, birer fincan kahve ve birer dilim kek sipariş edersiniz. Bir ortak arkadaştan söz açılır, nasıl iyi mi diye sorarsınız, “Bilmem, iyidir herhalde” sözü her şeyi anlatıyordur. İki insanın görüşmediğini, ayrı dünyalarda…
Okumaya devam et