Bir çocuğun içindeki yalnızlığı kimse anlayamaz. Hepimiz bir zamanlar çocuktuk ve o zamanlar bu yalnızlığımızın fark edilmesini isterdik. Ruhumuzda gezindiğini fark ettiğimiz fakat adını koyamadığımız bu durumu yakınımızdaki insanların kendiliğinden anlamasını beklerdik. Bu olmazdı. Nasıl olsun ki? Çocuklar anlaşılamaz. Anne ve babası olarak her an yanında, gözümüz üzerinde, tüm ihtiyaçlarında imdadına koşan insanlar olsak da, kimse bir çocuğun yalnızlığıyla baş edemez. Çocukların ruhu erişilmezdir. Büyüdükçe ele veririz benliğimizin en gizli bölmelerini. Çocukken her şey kapalıdır. Dükkanları kapanmış bir pasajın loş duvarları kadar sessiz ve karanlık.
Hepimiz bir zamanlar çocuktuk dedim ya az önce… Bunu ben de soruyorum kendime: Öyleyse ne zaman unuttuk, ne zaman adını koyduk bu yalnızlığın? Yeterince büyüdüğümüzde mi? Artık aklımız erdiğine göre bir şeyleri adlandırabilir ve kendi çocuklarımıza ulaşarak bu tuhaf yalnızlıklarına son verebilir miyiz? Ne yazık ki hayır. Hiç şansımız yok. Bir zamanlar çocuk olsak da, yalnızca çocukların kapısından girme hakkına sahip olduğu bir uzayda nefes alamayız. Üstelik kendi çocukluğumuza da ulaşamayız. Çünkü artık çocuk değiliz. “İçimdeki çocuk” yalanına da artık kendinizi inandırmayı bırakın. Yok öyle bir çocuk. İçinizde anca tortular bulursunuz, o yıllardan kalmış küflü tortular. O çocuk yok, o çocuk sizin ruhunuzda silindi. Büyüdünüz ve eski bir aile albümünün sayfalarının arasında kaldı sureti. Artık isterseniz rahat bırakın anısını. Eski bir çocukluğun kimseye faydası olmaz zaten.
Eline, diline, klavyene sağlık abi. Nasihat gibi ama acıda vermiyor değil..
Acı insana yaşadığını duyumsatır. Güzel acı diye bir şey var bence.