Bazı yabancı şehirlerde kendimi “yabancı” hissetmiyorum. Şarkılar, yemekler, insanlar, binalar ve daha pek çok günlük detayın çağrışımları sayesinde bir yakın akrabalık duygusuna kaptırıyorum kendimi. Bu hissi en yoğun haliyle Balkan şehirlerinde yaşadım. Atina’da taksiye bindiğimde gözüm, dikiz aynasına asılmış tespihe takılmıştı. Sonra mezeler, insanların konuşma heyecanı, sıcak karşılamaları, müzikleri, dansları ve daha nicesi… Hep tanıdık yüzler görüyordum sokaklarda.

Benzer duyguları Hırvatistan’da da yaşadım. Zagrep ve Dubrovnik’te kaldığım 4-5 gün içinde kendimi vatanımdan uzakta hissetmedim. Böyle zamanlarda, konuşulan lisanın farklı olması belirleyiciliğini yitiriyor. Sazlarıyla sahneye çıkan adamlar, hep bir ağızdan coşkuyla bir Hırvat türküsünü söylemeye başladıklarında, içimden onlara eşlik etmek geldi. Ezgisi yakındı, tutup çekiyordu içine. Benimle aynı masada oturan Hırvat arkadaşıma türkünün sözlerini sordum. Bu türküyü biliyordum.

Haziran 2009 – Dubrovnik/Hırvatistan